Ana içeriğe atla

Kültürel diplomasi ve sempati -2

                                                                               25 Şubat 2013

Aynı başlıklı ilk yazımı  3,5 sene önce yazmış ve kültürel diplomasi ve sempati’nin önemine değinmeye çalışmıştım. Şimdi ise ülkemizin yaşadığı dinamizmden de ilham alarak aynı konuyu değişik örneklerle zenginleştirip tekrar vurgulamak gerektiğini düşünüyorum.

"Nedir kültürel diplomasi?" Sorusuna bir daha bakarsak; toplumlar arası karşılıklı anlayış ve güven çerçevesinde oluşturulan entelektüel bir ilişki olarak tanımlayabiliriz. Bu noktada kültürel diplomasiyi dış politikadan ayırıp kendi çıkar ve değerlerimizi savunmanın ötesinde kültürümüz ve bu alandaki üretimlerimizle insanların kalbine ve düşüncelerine dokunmanın önemini vurgulamak gerekecektir. Bunu da kısaca “sempati” temelinde düşünebiliriz.

Kültürel diplomasiyi sanat ve kültürel varlıklardan öteye daha geniş anlamda konumlandırmak gerekirse bir ulusun entelektüel hayatına işaret etmek gerekiyor. Sanatla birlikte bilimselliği içerdiğini, edebiyat kadar sosyal ve politik hayatı kapsadığını belirtmek yararlı olacaktır. Her şeyden öteye kültürel diplomasi bir ulusun kendisini daha iyi anlamasına yarayacak değerleri ifade eder ve bu değerleri günlük hayatında nasıl kullandığını göstermesine yardımcı olur. Bundan ötürü bir yararı da toplumun kendi eleştirisini yapmasına aracı olmasıdır. Diğer toplumlara dokunmak, onları algılayabilmek kendi başarıları kadar kendi kusurlarını da görebilme şansı yaratması ise bir başka boyutudur.

Bu noktada kültürel diplomasinin halkla ilişkiler konularından farkını da ortaya koymamız yararlı olacaktır. Kültürel diplomasinin uzun dönemli ilişkilere yatırım yapıp geçici ilişkilere odaklanmadığını, toplumla ilgili gerçek fikirleri oluşturma amacında olduğunu söylemek gerekir. Bu durumu destekler nitelikte tarihimizde birçok referans olayın varlığını hepimiz biliyoruz.
Önemli olan konu her şeyin ötesinde insanlar arasında bir “güven” tesis etmektir. Biraz daha ilerlediğimizde toplumlar arası karşılıklı yarar ve işbirliği ortamının kurularak karşılıklı güven duygusunun önemini vurgulamamız ise  doğru olacaktır. Kültürel diplomasi kısa vadeli ekonomik ve politik çıkarlardan çok, uzun vadeli diyalog ve anlayışı benimsediğinden sabır ve ölçülülük duygularına da fazlaca yer verir.

İşte bu düşüncelerle tam da Türkiye’nin kültür ve spor alanında uluslararası organizasyonlar için ev sahipliğine aday olduğu; bu konuları daha fazla düşündüğü; insanımızın kültür, sanat ve spora daha fazla erişiminin önemsendiği bir zaman diliminde zamana bir not düşmek ve bu sürece katkı vermek daha da önem kazanmıştır.

Günümüzde kültürel diplomasi birçok ülke, özellikle iddiası olan ülkeler, tarafından etkin bir şekilde uygulanmaktadır. Son olimpiyat oyunları vesilesiyle göz önünde bulunan, kültür ve spora yapılan yatırımlar konusunda dünyanın dikkatini çekmeyi başarmış, konumuzla da ilgili olarak çarpıcı örneklere sahip İngiltere özelinde bazı gelişmeleri irdelemenin yararlı olacağını sanıyorum:
2012 yazında Londra olimpiyatları sırasında hepimizin tanık olduğu ancak birçoğumuzun üzerinde durmadığı bir şey oldu; olimpiyatların açılış ve kapanış törenlerinde İngilizler tüm dünyaya bütün yaratıcı katkılarını sunup bundan sonraki süreçte kültür endüstrisinin toplumları açısından hayati önem taşıdığının güçlü sinyallerini verdiler.

Öncelikle son 250 yıllık geçmişte medeniyete kattıklarını sergileyip sonrasında son 50 yılda kültür endüstrisindeki başarılarını ön plana çıkardılar; ünlü müzikler, sanatçılar, dizayn ve toplumsal yaşamımızdaki tüm bilinirlikler… Doğal olarak İngilizcenin yaygın kullanımının büyük avantajını da sonuna kadar kullanarak…

Kraliçenin bile 007 James Bond eşliğinde paraşütle helikopterden atlama sahnesinin bir anlamı vardı; o tarihte çok yakında vizyona girecek olan ünlü serinin son filmi SkyFall’un İngiliz sinema endüstrisi açısından önemi ancak bu kadar vurgulanabilirdi.

Kısacası, olimpiyatların açılış ve kapanış törenleri İngiliz kültür endüstrisinin ve kültürel diplomasinin bir gövde gösterisiydi.

Aslında her şey planlı bir şekilde 2008 yılında Kültür Olimpiyatları’nın ilanıyla ilk sinyallerini vermişti. Olimpiyatlara kadar 4 yıl boyunca hem bünyelerindeki tüm kültürel ifadelere platform sağlayacak  hem de kültürel organizasyonları tepe noktasına çıkararak toplumu 2012’ye hazırlayacaklardı. Bu kadar yatırımın  topluma dönüşü de o denli hassasiyetle planlanmalı ve maksimum fayda sağlanmalıydı. Öyle de oldu, gerek  kültür olimpiyatları gerekse  2012 olimpiyatları profesyonelce kurgulandı ve gerçekleşti. Kültür, spor ve turizmin tüm katkısı toplumun arkasına alınarak sosyal, ekonomik ve kültürel birçok kazanım elde edildi ve sürdürülebilir kılındı.
İngiliz sporcuların son 3 olimpiyat oyunlarında gösterdikleri sürekli ileriye giden performansları da aslında uzun yıllardır yürütülen planlı ve bilinçli politikalarının sonucuydu ve hiçbir şey rastlantı değildi. Spora verilen desteğin bilinçli kurumsal kurgusu 90’lı yıllardaki başarısızlıkların üstüne 2000’li yıllardaki başarıyı getirmişti. (Bu alanda 90’lı yılların başlarında spor ve kültür alanında başarı için kurguladıkları kurumsal yapı ve teşvik sistemi başka bir yazının konusu olabilecek niteliktedir.)

İngilizler son 15 yılda gerçekleştirdikleri yatırımın sonuçlarını kültür ve spor alanında elde ettikleri başarılarla kutlamaktadırlar. Ekonomik krizle boğuşurken bu alanlara yapılacak yatırımın azaltılmaması toplumun ileri gelenlerince ifade edilmekte ve desteklenmektedir. Kültür endüstrisinin büyümesi ve ekonomiye görece katkısı neredeyse tüm sektörlerden daha fazla bulunmaktadır.
Kültür endüstrisine ve spora yapılan yatırım topluma artı değer olarak geri dönmekte, insan hayatını zenginleştirirken onun ekonomiye katkısını da çoğaltmaktadır. Kısacası toplum tüm yönleriyle kazançlı çıkmaktadır.

Yazının başında İngiliz sinema endüstrisine de vurgu yapmışken burada küçük bir parantez açmak gerekirse:  007  Bond serisinin son filmi “Skyfall”  kültür endüstrisini ilgilendiren tüm yönleriyle ekonomik açıdan İngiliz sinema endüstrisinin en başarılı örnekleri arasında yerini aldı. Film; müziği, Londra’daki çekim alanları, İngiliz yönetmen ve başrol oyuncusu ile tam bir ulusal proje olarak gerçekleşti. Bu başarının arkasında herkese örnek olabilecek bir strateji bulunmaktadır. İngiliz film endüstrisi 2009 yılında doğrudan ve dolaylı olarak 100,000 işi desteklerken bu sayı 2012’de 117,000 noktasına ulaşmıştır. Sektörde ülke içi yatırım, vergi teşviklerinin de yardımıyla 1 milyar pound seviyesine gelmiştir.

Bununla birlikte İngilizler ’in 5-19 yaş çocuk ve gençlerin film seyretme ve çekimi konusunda teşvik edici uygulamalarını da unutmamak gerekir: Böylece endüstrinin geleceği de garanti altına alınmaktadır.

İngiliz TV sektörüne de kısaca değinecek olursak; 2011 rakamlarıyla sektörün 1,5 milyar pound program ihracatı gerçekleştirdiğini, sektörün genel ekonomideki değerinin toplam 4,2 milyar pound olduğunu anlamaktayız. Ayrıca animasyon, TV ve video oyunları gibi yaratıcı sektörler için 2013’te sağlanacağı açıklanan vergi teşvikleri ile kültürel ürünlerin üretimini teşvik mekanizmasının artarak kullanıldığı görülmektedir. Bu durum turizmi de olumlu yönde etkilerken bu alandaki genç yetenekleri, yatırımı ve gelişmeyi ülkelerine çekmektedir.
Sözün kısası; ne seyrettiğimizin eğlenceden daha öteye anlamları bulunmaktadır:
kültürel eğitim, 
ekonominin canlanması ve
refah seviyesine önemli katkılar gibi…

Aynı hedeflerle ülke olarak 2023 vizyonu ve 2020 olimpiyatlarını düşündüğümüz şu günlerde sınanmış örneklerden doğru çıkarımları yapmak yararlı olacaktır. Öncelikle kültür endüstrisini destekleyen ve kültürel diplomasiye katkı veren bir kültür yönetimi yapısı oluşturup teşvik sistemini bu yapının merkezinde tutmak işlevselliği artıracaktır. Toplumun tüm bireylerini kültürel faaliyetlerle buluşturacak bu yapı herkesçe desteklenmeli, kültüre ve sanata dokunan insanlarımızın zenginleşen dünyalarıyla üretime ve toplum yaşamına daha fazla katkılarının olacağı unutulmamalıdır. Spor ’da da benzer kurumsal yapı içinde teşvik sistemini doğru kurgulayıp orta ve uzun vadeli planları desteklemeliyiz. Bir toplumun hayatında 5-10 veya 15 sene çok kısa zamanlar olup sağlam başarılar bu planlarla gerçekleştirilebilir.

Unutulmamalıdır ki bu alanlarda elde edilecek sürekli başarılar kültürel diplomasi yoluyla sempati kazanmanın en önemli unsurlarıdır. Turizm endüstrimiz de bu durumdan olumlu etkilenecek sektörlerin öncüsü olacaktır.

Kendimizi dünyaya ifade ederken çok zorlanmayacağımızı belirtmek isterim.
Her şey karşınızdaki insana dokunmakla ve ona katkınızı vermekle bambaşka bir noktaya varabilir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimizin “

Covid-19 Salgınının Turizme Etkileri

Daha önce benzeri olmayan bir olay… Daha düne kadar tüm ilgililer 2020’de turizm ve seyahat sektörünün yine başarılı bir yıl geçireceğini öngörüyor buna göre planlar yapıyordu. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), turizmde önceki senelerdeki kadar artış olmayacağını belirtmiş olsa da %4 büyüme beklentisini açıklamıştı. Özellikle son 10 yılda sektörler arasında en popüler olması hasebiyle tüm yüzlerin çevrildiği seyahat ve turizm sektörü yine başarılı geçecek bir yılın arifesindeydi. Herkesin keyfi yerinde gibiydi, ta ki Covid-19 ciddiyetini ortaya koyana kadar… İlk önce Çin’de görülen vakaları herkes yine SARS ve MERS gibi algılayıp, bölgesel ve kısıtlı zaman etkilerini gösterecek bir olay olarak gördü. Dünya Sağlık Örgütü 11 Mart günü resmî olarak Covid-19 Pandemisini ilan ettiğinde ilk korku da başlamış oldu. Artık dünya üzerindeki herkes yeni güne geçmiş yaşam biçimini dünde bırakarak uyanmıştı. Bu kuşağın yaşamadığı pek çok uygulama ardı sıra yaşamımıza girdi