Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kısaca…(Destinasyon ve rekabet ilişkisi)

  Bunalım (Kriz) zamanlarını izleyen dönemlerde paradigmaların değiştiğini; toplumların ve sistemlerin bu dönemleri atlatabilmek için değişimi sürekli kılabilmek adına gelişmeyi -bilgi paylaşımı- kurumsallaştırmaya çalıştıkları bilinmektedir. Hemen belirtelim, bu süreçte öne çıkanlar; mekan (yer) ve rekabet ilişkisi olmaktadır. Turizmi düşünürsek; destinasyonların rekabetçiliklerini artırarak bunalım dönemlerini atlatabileceklerini, değişen şartlara uyabilmek ve varlıklarını sürdürebilmek için de sürekli gelişimi sağlamaları gerekir diyebiliriz. İşte bu noktada destinasyonlarla ilgili olarak “yönetim” ve bununla bağlantılı “yönetişim” konuları ön plana çıkmaktadır. Böylece bir yerin ziyaret ekonomisini (turizmi kastederek) geliştirmek, rekabetçi ortamda markalaşmasını sağlayıp kalkınmasını sürdürebilmesi için bilgiyi ve fikirleri paylaşmak; iyi “yönetişim” ilkelerini hayata geçirmek gereklidir. Bu şartlarda Türkiye artık otelcilik konsepti üzerine geliştirilmiş turizm anlayış

Lale Logosu'nun 20.yılı

  Ülkemizin lale logosu kullanılmaya başlandığı 2000 yılından beri birçok tartışmanın konusu olmuştur; sevenleri olduğu kadar sevmeyenleri de olmuş ancak bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. Burada bir logonun estetik veya anlamsal değerinden çok simge olarak belleklerde edindiği yeri önemsediğimi belirtmek istiyorum. Bu da zamanla ve kullanım sıklığıyla doğrudan ilgilidir. Belirli bir zaman sonra insanlar logonun şekline, anlamına da bakmazlar, sadece sizi hatırlatması, temsil etmesi yeterlidir. Şu da söylenebilir; bir logo tasarlanırken temsil ettiği değerin özünü, varlığını doğru yansıtması ve bu anlamı estetik bir değerle sunması iletişime katkı sağlar. Peki lale logosu yolculuğuna nasıl başladı? Orta Asya’dan yola çıkan lale Anadolu’ya geldikten sonra sanatçı ve ustaların ellerinde çini, hat, tezhip gibi geleneksel sanatlarımızda çok kullanılmıştır. 16. Yüzyılda ise Avrupa’ya taşınmasıyla da özellikle Hollanda’da “Lale Çılgınlığı” yaşanmış, borsası dahi kurulmuştur. Osma

ANKARA’NIN “ALTIN” FIRSATI…

  Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının yeni yerleşkesi 3 Aralık günü ilk konserle hizmete açıldı. Yaklaşık 200 yıllık bir kurumsallığa sahip olan senfonik müziğin güzide temsilcisi yeni evinde kültür ve sanat hayatımıza yepyeni bir heyecan ve konsantrasyon getirecek. Bu yeni heyecanı taçlandırmak için Ankara’nın önünde “altın” gibi bir fırsat bulunuyor. “Başkentin müze adası veya kültür bölgesi” ifadesini zaman zaman dillendirdiğimiz, bu yönde pek çok adımın birbirinden bağımsız olarak atıldığı Ankara’da artık bu yönde son ve en önemli adımın atılma zamanı gelmiştir. Yazının başlığının anlamını hemen belirtmekte fayda var çünkü buradaki bahisle doğrudan ilgili yer Başkentin tarihi merkezi olan Altındağ ilçesi. Burası pek çok kültürel ve tarihi değere ev sahipliği yapmaktadır. Cumhuriyetin 100. Yılı arifesinde cumhuriyete yaraşır bir inisiyatif geliştirmek için bütün şartlar Ankara için hazır görünüyor. CSO’nun yeni yerleşkesin

Coğrafi İşaretler, Kültürel Çeşitlilik, Turizm İlişkisi

  (Sunum özeti: 23/10/2020 YÜciTA Coğrafi İşaretler Modüler Eğitim Programı ) Herkese merhaba… Günümüz şartlarında üç önemli ve popüler konu; Coğrafi işaretler, kültürel çeşitlilik ve yerel turizm. 2020 yılı insanlık tarihinin unutamayacağı yıllardan biri olacak, Covid-19 salgını insanlığın hem düşünce hem de davranış kalıpları üzerinde önemli değişikliklere neden oldu ve bunların etkilerini gelecekte de yaşamaya devam edeceğiz. Bu etkiler negatif olduğu kadar pozitif ve ikaz edici yönlere de sahip bulunuyor. Bu salgınla birlikte zaten gündemimizde olan bazı konularda eyleme geçme hızının da arttığını söyleyebiliriz. Bu sunumda biraz önce bahsettiğim hızlandırıcı etkiyle de gündemimizde ön sıralara doğru hareketlenen üç konu ve birbirleriyle ilişkisini konu olarak ele aldım. Öncelikle kültürel çeşitliliğin ne olduğuna bir bakalım; Konuyu tarihsel ve kültürel bir gelişme çizgisinde değerlendirmekten ziyade bu gelişmelerin sonucu olarak ortaya çıkan iki önemli uluslararası sözl

Coğrafya, Karakter ve Turizm…

  Turizme bakış açımızı şekillendiren sayısız olgu vardır ve bunların pek çoğu ekonomik ve sosyal yaşam kökenli değerlendirmeler olarak karşımıza çıkar. Bütün bunların arasında turizmi yönlendirirken doğru ve sürdürülebilir etkileri açıklayan bir bakış açısı var ki o da üzerinde yaşadığımız coğrafya ve toplumsal karakterimizin turizme etkilerini ortaya koymaktır. Bunun için öncelikle iki önemli soruyu kendimize sorabiliriz: Nasıl bir coğrafyada yaşıyoruz? Nasıl bir toplumsal karaktere sahibiz? Bu iki önemli soruyu burada derinlemesine inceleyecek değiliz ancak bu soruların cevaplarının turizmle ilişkimizi etkilemesi açısından konuya giriş mahiyetinde yorumlar yapabiliriz. Öncelikle coğrafyamızı düşünelim…Küçük Asya olarak da nitelenen Anadolu coğrafyası barındırdığı kültürel ve coğrafi çeşitlilik nedeniyle bu ismi almıştır. Yani kapladığı alan itibariyle olmasa da her yönden sunduğu çeşitlilikle kıtasal ölçekte bir ülkede yaşıyoruz. Bir diğer yönüyle de insanlık tarihinin gelişti

Kısaca...Değer vermek

  Turizm iletişimi çok boyutlu, farklı disiplinlerin etkileşimini ve birlikte çalışmasını gerektiren bir yaklaşıma sahip olmalıdır. Aksi durumda tek boyutlu yapılan bir iletişim sizi rakiplerinizden farklılaştırmaz ve kalabalıkta kaybolursunuz. Günümüzde pek çok destinasyonun içine düştüğü yanılgı da bu aslında... Turizm iletişimini içselleştirmemek ve tek boyutlu algılamak.  Japonya’da  kiraz ağaçlarının çiçek açma zamanının ülkenin kimliğiyle nasıl başarıyla bağdaştırıldığını görüp de bunun üstünde durmamak elde değil veya Rokfor peynirinin üretimin yapıldığı sürecin anlatıldığı ve peynirlerin üretiminde önemli rolü olan mağaralara ve bu kültürel mirasa atfedilen değer sizi etkiliyor ve içine çekiyor... Bizden de örnek verebiliriz; Safranbolu’yu bugüne taşıyan kültürel mirasına verilen önem olmuştur. Bu örneklerin ortak yönü ise; değer vermek...  Kültürüne, mirasına ve coğrafyana değer vermek... Çünkü değer vermezseniz, değerini de anlatamazsınız. Herkesin üzerinde önemle durduğu ve

Çankırı “Yer Altı Tuz Şehri”

  Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı ve Çankırı Belediyesi’nin davetiyle Çankırı’da bulunan tuz mağarasının bir turizm destinasyonu olarak planlama çalışmalarına katkı amacıyla 20 Temmuz günü düzenlenen odak toplantısına katıldım. İlgili idarelerin yerinde bir başlangıçla gerçekleştirdikleri bu toplantıda farklı disiplinlerden oluşan bir topluluk olarak bir araya gelmiştik. 2017 yılında da bir inceleme gezisi için ziyaret ettiğim tuz mağarasında o günden bugüne bir ilerleme kaydedilmediğini görmekle beraber Belediyenin ve Kalkınma Ajansının yeni bir vizyonla bu iyi niyetli başlangıcı ve yeniden odaklanmaları sevindirici bir gelişme... Ayrıca; korona virüsün hala etkin olduğu bir zamanda yörelerin kendi değerlerini öne çıkartma kaygısını da önemli buluyorum.  Toplantıya hazırlık için yaptığım ilk araştırmada tuz mağaralarının yapısı, özellikleri ve işletme modelleri ile ilgili bilgileri not ettikten sonra Çankırı’yla ilgili bir konu daha dikkatimi çekti: "Tenezzüh Trenleri" yan

KISACA…(Turizm ve Kırsal Kalkınma)

  Ülkemizde turizm algısının üzerinde durup düşünmek için bundan, yani Covid-19 salgının yol açtığı kriz ortamından daha iyi bir zaman olamaz. Çünkü turizmle ilgili yaşadığımız sıkıntıların önemli bir kısmı bu algıdan kaynaklanıyor; turizmi döviz getirici bir sektör olarak konumlandırmak… Halbuki Türkiye bu aşamayı çoktan aşmalı, turizm faaliyetlerini kalkınma hamlesinin bir neticesi olarak beliren ziyaret ekonomisi olarak ele alıp çok daha etkin ve katma değeri yüksek bir endüstri haline getirmeliydi. Bu henüz gerçekleşemedi ancak hiçbir şey için geç kalınmış değil. Çünkü öyle zamanlar yaşıyoruz ki, artık potansiyelinizi harekete geçirecek ve ondan maksimum faydayı sağlayacak sistemler geliştiremediğinizde geriye düşüyorsunuz. Yani zaman ve değişim ‘doğruyu’ dayatıyor. ‘Bir zamanların turizm destinasyonu’ olarak anılmak istemiyorsak değişimi doğru okumak zorundayız. Ben Türkiye’nin turizmde bu değişime her noktasında hazır olduğunu düşünüyorum. Her alanda Covid-19 nedeniyle sis

KISACA…(Kültürle Buluşun)

  İnternetin ve sosyal medyanın etkisiyle içinde olduğumuz sosyal izolasyona Covid salgını ile fiziksel izolasyon da eklendi. Ve bu durum aslında kültür kurumlarının; müzelerin, galerilerin, tiyatroların, sinemaların ve daha pek çok sanat kurumunun ve sanatçıların hayatımızdaki büyük ve önemli rolünü ortaya çıkardı. Umalım ki bu salgın bittikten sonra toplum olarak bir kültür uyanışına ve kültürel kurumlarımızın da yükselişine yardımcı oluruz… Geçmiş aylarda evlerimizde olduğumuz sürede koleksiyonlarını dijital olarak bizlerle buluşturan tüm kültür kurumlarına hepimizin bir borcu var artık…İlk fırsatta gidin, gezin, görün…kültürle buluşun… İrfan Önal 9 Ekim 2020

Turizm Sektörü Süregelen Covid-19 Salgınından Ne Öğrendi? -1-

  Covid-19 salgınının DSÖ tarafından ilanının üzerinden neredeyse 7 ay geçti, bu zaman dilimi bir turizm yılının en yoğun sezonunu da kapsadı. Bundan sonrası için artık bilmediğimiz bir şeyle karşı karşıya değiliz; biliyoruz ve yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz… Peki bu süreçte neler öğrendik? Ne dersler çıkardık? -Dünyanın bir bölgesinde çıkan bir virüs’ün etkisinin sınırlı kalacağı gibi eksik bir tahminin, tedbirler zamanında alınmadığında yıkıcı etkilerini gördük. -Ne kadar çeşitli krizler yaşarsak yaşayalım, her krizin özgün ve diğerlerinden farklı olabileceğini tecrübe ettik. Hatta önceki bölgesel ve sınırlı etkili kriz tecrübelerinin yeni krizlerde rehavete neden olabileceğini sezdik. -Öncelikle bir krizi kendi koşullarında iyi tahlil etmek gerektiğini anladık; bölgesel mi? Küresel mi? Etkisi ne olur? Ya da hayatı tümüyle durdurabilir mi? Bunları anladık. -Sebepsiz bir kendine güven halinin ve aşırı iyimserliğin kriz yönetimiyle bağdaşmadığını gördük. Krizlere rasyo

Ulusal Turizm Örgütlerinin 20 Yıllık Süreci ve 'Turkey Home Modeli' -KISACA-:

  İnternet pek çok şey gibi Ulusal Turizm Örgütlerinin çalışmalarını da çok etkilemiştir. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren bir ‘Portal’ dönemi yaşanmıştır. Genellikle bilgi vermek ve tanıtıma dayalı bu süreci 2000’li yılların ortalarından itibaren öncelikle YouTube ve Facebook’un hayatımıza girmesiyle beraber sosyal medya etkilemeye ve yönlendirmeye başlamıştır. Bu sürece de ‘Sosyal Medya’ dönemi diyebiliriz. Bu süreçle birlikte özellikle klasik reklam dönemi bitmiş ve turizm iletişiminde markaların stratejik iş birlikleri, doğru ve etkili içerik üretimi ve yayımı ile kültürel diplomasi etkinlikleri ön plana çıkmıştır. 2015’e gelindiğinde Turizm sektörü ve onlara içerik sağlayan dijital platformlar yapay zekâyı daha fazla kullanmışlar ve böylece turizm iletişiminde ‘Yapay Zekâ’ dönemi ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bu durum arka planda güçlü bir strateji+yaratıcılık+empati+iletişim kombinasyonu ile desteklenmektedir. Dolayısıyla başarılı turizm iletişimi "süreci

YENİDEN TURİZM: COVİD-19 SÜRECİ VE SONRASINA BAKIŞ

  Yakın tarihin en etkili salgını Covid-19 nedeniyle yaşamın her alanında büyük bir mücadele vermeye devam ediyoruz. Dünyanın neredeyse tümünü etkisi altına alan virüsün pandemi olduğu ilanının üzerinden 6 ay geçti. Bu yazıdaki değerlendirmelerimde öncelikle turizm sektörü ile ilgili gerek küresel gerekse ülke ölçeğinde yaşananlar ve etkileri üzerinde duracağım. Covid-19 salgınında 20 Ağustos 2020 tarihi itibariyle dünyada 22,4 milyon vaka sayısına ulaşıldı ve   bunun sonucunda 788 bin insan hayatını kaybetti. Ülkemizde de 253 bin vaka görüldü ve 6039 insanımızı maalesef yitirdik. Günlük vaka sayılarımız da ciddiyetini koruyor. Yaşanan sürecin turizm sektörümüze etkileri ve gelecek perspektifini içeren bundan önceki 9 yazımı bloğumda yayınlamıştım, bunlar arasında kapsamlı bir değerlendirme olarak gördüğüm ve Nisan ayında kaleme aldığım yazı www.turizmgunlugu.com tarafından değerlendirilip yayınlanmasıyla pek çok okuyucuya ulaştığından bugün kaleme aldığım yazıya da okuyuculara