Yakın tarihin en
etkili salgını Covid-19 nedeniyle yaşamın her alanında büyük bir mücadele
vermeye devam ediyoruz. Dünyanın neredeyse tümünü etkisi altına alan virüsün
pandemi olduğu ilanının üzerinden 6 ay geçti. Bu yazıdaki
değerlendirmelerimde öncelikle turizm sektörü ile ilgili gerek küresel gerekse
ülke ölçeğinde yaşananlar ve etkileri üzerinde duracağım.
Covid-19 salgınında
20 Ağustos 2020 tarihi itibariyle dünyada 22,4 milyon vaka sayısına ulaşıldı ve bunun sonucunda 788 bin insan hayatını
kaybetti. Ülkemizde de 253 bin vaka görüldü ve 6039 insanımızı maalesef yitirdik.
Günlük vaka sayılarımız da ciddiyetini koruyor.
Yaşanan sürecin turizm
sektörümüze etkileri ve gelecek perspektifini içeren bundan önceki 9 yazımı
bloğumda yayınlamıştım, bunlar arasında kapsamlı bir değerlendirme olarak
gördüğüm ve Nisan ayında kaleme aldığım yazı www.turizmgunlugu.com tarafından değerlendirilip yayınlanmasıyla pek çok okuyucuya
ulaştığından bugün kaleme aldığım yazıya da okuyuculara karşı sorumluluk gereği
o günkü tespitlerimi değerlendirerek başlamak yerinde olacak.
(bnz. https://www.turizmgunlugu.com/2020/05/02/irfan-onal-covid-19-turkiye-turizmi/)
Koronavirüs salgınının Türkiye turizmine etkilerini
incelediğim yazıda öncelikle bütün dünyanın salgının global etkisini başlangıçta
göremediği, iyimserliğin bir sonucu olarak bölgesel etkiyle sınırlı olacağının
düşünüldüğü ancak işin ciddiyetinin çok kısa bir zamanda anlaşıldığını
belirtmiştim. Bu durumu değerlendirirken anlatımı daha etkili kılmak için fırtına terminolojisi kullanıp; turizmi fırtınanın
gözündeki sektör diye nitelemiştim.
Ülkemizde de başlangıçta aynı iyimserlik havası vardı ve
bence pek çok kriz görmüş sektörümüzün yanılgısı Covid-19 salgınının önceki
krizlere benzetilmesi oldu. Neyse ki bu yeni durumu anlamak çok zaman almadı; işte bu noktada turizm
işletmeciliği tecrübemiz ve yeni durumlara adaptasyon yeteneğimiz devreye
girdi.
Yaşanan felaketin turizm sektörümüz için uzun vadede bir
fırsata dönüşebileceğini belirtmiştik; buradaki amacımız yükselen yerel
değerler ve destinasyonlara dikkat çekerek destinasyon yönetimi anlayışını,
yani strateji ve koordinasyona dayalı yönetimi, vurgulamaktı. Nitekim öyle de
oluyor ve pek çok şehrimiz yerel
değerlerinin önemini ön plana çıkarıp bunu ziyaret ekonomisi açısından nasıl
yöneteceği sorusunu gündeme taşıyor. Artık pek çok destinasyonumuz turizmde
markalaşmak için şehirlerin iyi yönetilmesi gerektiğini, örgütün önemi ve
birlikte çalışmanın işlevini kavramış durumda. Bu yönde atılan adımları
Anadolu’ya şöyle bir göz gezdirdiğimizde rahatlıkla görebiliriz. Bu bir
süreçtir ve işlemeye devam etmektedir.
Krize müdahalenin global olması gerekiyordu ve şartlar bunu
gerekli kıldı. Lokalizasyon bu noktada öne çıktı ve ‘Güvenli Turizm’ (Safe
Tourism) algısı doğal olarak birinci öncelik oldu. Evde kalma sürecinin
ardından turizm ve seyahat hareketini tekrar başlatmaya yönelik, bizi yakından
ilgilendirmesi bakımından, İngilizlerin ‘Air Bridge’ (Hava Köprüsü) projesi görece
başarılı oldu -an itibariyle en azından bizim için- diyebiliriz. Bu yönde Avrupa’da
ve Asya Pasifik bölgesinde ‘Travel Buble’ olarak adlandırılan bölgesel güvenli
turizm koridorları oluşturulmaya çalışılsa da bu çabalar salgının güçlendiği
noktalarda kesintiye uğramaktadır.
Bu süreçte Avrupa Birliğinin kendi içinde turizm ve seyahat
faaliyetlerini başlatma kararı ve Türkiye gibi aday ülke statüsündeki büyük bir
turizm ülkesini bu çalışmalara dahil etmemesi bizim açımızdan yine hayal
kırıklığı yaşatmıştır.
Türkiye’nin ‘Safe Tourism’ güvenli turizm sertifika programı
zaten güçlü konumdaki otel işletme bilgisini etkili bir pazarlamaya
dönüştürmesi ile kriz yönetimi açısından başarılı bir uygulama olmuştur. Turizm
sektörümüz bununla ilgili olarak iyi bir hazırlık dönemi geçirerek Ağustos ayı
ile birlikte turist kafilelerini kabul etmeye başlamıştır. Bu noktada
Almanyanın 4 destinasyonumuza (İzmir, Aydın, Muğla ve Antalya) yönelik seyahat
kısıtlamasını kaldırması ile Rus ve Ukraynalı turistlerin gelişi de etkili oldu.
Ortada bir kriz varsa o krize müdahale etmek için krize
sebep olan unsurları ortadan kaldırmak krize en önemli cevap olacaktır. Bunu
önceki kriz zamanlarındaki müdahalelerimizden biliyoruz. Henüz salgına karşı
aşı bulunmamışken Türkiye’nin hijyen ve sağlık kurallarına odaklanarak bunu da
yetkin operasyon kabiliyetiyle, rakiplerine kıyasla, eyleme dönüştürmesi
sektörümüz açısından önemliydi. Bu noktada, belirli destinasyonlarda yoğunlaşan
ve otel konsepti üzerine kurgulu turizm anlayışımız bu krize müdahalemizi de
görece kolaylaştırmıştır. Kriz yönetiminde etkin pozisyonda olmak önemlidir
ancak turizm sektörümüz edilgen yapısını hizmetlerinin kalitesi, hijyen ve
sağlık kurallarına olan titiz yaklaşımı ve uygulamaları ile mekan bazında avantajlı bir ortam oluşturmuştur.
Özellikle normal hayata kademeli olarak yeniden katıldığımız
Haziran ayından itibaren salgına karşı uyulması gereken kuralları uygulama
sorumluluğu büyük oranda bizlere geçmiştir. Sanıyorum ki bu sorumluluğu tam
olarak yerine getirip, kurallara uysaydık bunun bir sonucu olarak da başta İstanbul
ve Kapadokya olmak üzere bir çok Anadolu destinasyonumuz da ardı sıra turizmle
ilgili kontrollü bir dönüşü tıpkı resort bölgelerimizdeki otellerimiz gibi yapabilirlerdi ancak maalesef bu böyle
geçekleşmedi.
Bu kriz aynı zamanda global iş birliklerinin ve uluslararası
iletişimin turizm endüstrisi açısından pratik önemini bir kez daha gözler önüne
sermiştir. Keza turizm sadece işletmelerle ilgili değildir.
Gelinen noktada kriz devam etmektedir ve ne zaman sona
ereceği henüz net değildir. Bu nedenle sektörün finansal olarak ayakta
kalması birinci önceliğini korumaktadır. Sektörü korumak genel
eknomominin %10’unu korumak anlamına geliyor.
Salgının dünyada en çok tartışılan etkilerinden ilki;
‘Yeni Normal’ yani değişen hayatlarımız ve davranışlar oldu. Paradigma
değişti! Peki değişen bu paradigmaya turizm sektörümüz nasıl
cevap verecek? Şehirlerin kalkınma yarışını görmek gerekiyor. Turizm ve
kültürün ülkemizde geçmiş yıllarda oluşturmaya çalıştığı sinerji ve bunun
turizme yansıması herkesçe görüldü ve bu ilişkinin artık, sosyal bilimlerde daha
sık kullanılan başka bir biyoloji terimi ‘simbiyoz’ yani ortak yaşamın
getirdiği daha fazla yarar ilişkisine doğru evrileceği anlaşılıyor. (
https://irfanonal.blogspot.com/2020/08/kultur-ve-turizme-yeni-bir-baks.html)
Bu anlatılanların hepsi süreçleri nasıl yöneteceğimiz,
kurumsallaşmayı nasıl oluşturacağımız ile doğrudan ilgilidir. Ülkemiz bu süreci
doğru ve yerinde yöneterek toplumumuz adına maksimum faydayı elde etmelidir.
Herkes yerel değerlerinin farkına varmaya başladı;
yerellik, çevre, kalkınma ve markalaşma toplumların gündeminde. Bu
sürecin en önemli çıktılarından biri de ‘ziyaret ekonomisi’ olacaktır. Bu da
beraberinde profesyonel yönetim yaklaşımlarını getiriyor. Kalkınmak,
markalaşmak istiyorsak -ki hepimizin arzusu budur, kendimizi keşfetmek ve
şehirlerimizi iyi yönetmek durumundayız. Turizmi bu süreçten soyutlayamayız ya
da ayrı bir çevrede geliştiremeyiz. Önümüzdeki süreç ve beklenti bu
yönde oluşuyor.
Belki de bu krizin en önemli etkisi iş yapma biçimimizi ve
bakış açılarımızı değiştirmesi olacaktır. Eski davranış ve bakış açılarında
ısrarcı olmak turizm endüstrimizi zamanla azalan bir ivmeye mahkum edecektir.
Bu noktada ‘evde kalma’ sürecinde hazırlanan ve
Antalya-Muğla destinasyonlarımızın durumunu irdeleyen bir başka raporu da
içeriğine girmeden belirtmekte fayda olabilir. (https://www.tdm.institute/wp-content/uploads/2020/05/Covid-Rapor-TR-2.pdf)
Yaşanan süreci turizm sektörümüz açısından
değerlendirdiğimizde çıkarabileceğimiz dersler ve geleceğe yönelik hususlar:
1) Güçlü iç turizm
kültürü ve ekonomisi oluşturacak tedbirleri almalıyız.
2) Her yöre kendi değerlerine ve coğrafyasına sahip çıkmalı
ve bunda ısrarcı olmalı.
3) Eğitim sisteminde yerel coğrafya ve değerler daha geniş yer
bulmalı.
4) Turizm yönetimi ve bu konudaki koordinasyon yerelde daha
çok önemsenmeli. Destinasyon yönetimi anlayışı -kurumsal olmasa dahi- etkin
kılınmalı.
5) Turizm iletişiminde turizm diplomasisinin etkinliği
artırılmalı.
6) Kültür ve turizm birlikteliğinde kurmaya çalıştığımız
sinerji ilişkisinin bu evreden sonra simbiyoz (ortak yaşam) evresine geçtiği
görülerek gerekli düzenlemeler yapılmalı.
7) Kalkınma meselemizin önemli bir unsuru olan turizm ve
seyahat endüstrisini ‘ziyaret ekonomisi’ olarak algılayıp turizm faaliyetleri
daha geniş açıdan değerlendirilmeli.
8) Turizm sektörünün verilerini toplayıp değerlendirecek,
stratejiler çalışıp politikaları izleyecek Turizm Bilgi ve Teknolojileri
Enstitüsü kurulmalıdır.
Bu öneriler yıllardır konuşulan, Şura ve Strateji
belgelerimize girmiş, konuyla ilgili herkesin bildiği basit gerçeklerdir. Eğer yaşam
bu basit gerçekleri önümüze getiriyorsa eyleme geçirmenin zamanı gelmiş demektir.
Sonuç olarak; turizm sektörünün potansiyeli ile
geldiği noktadan arzuladığı bir noktaya ulaşması için bütün şartlar hazır
görünüyor. Ülkenin bu alandaki bilgisi, deneyimi ve adanmışlık duygusu da
rakiplerine göre oldukça üst seviyelerde. Covid-19 salgını turizm tarihimizde
ilk defa gerçek anlamda krizi değerlendirip başka paradigma yaratma fırsatını ülkemize
veriyor. Türkiye turizmdeki hikayesini keşfedecek ve yoluna devam edecektir.
İrfan ÖNAL,
25/08/2020
Yorumlar
Yorum Gönder