Ana içeriğe atla

Turizm Sektörünün Önündeki Engeller

 


Konuya doğrudan girmekte fayda var… Turizm endüstrimizin gelişiminin önünde öncelikli iki tür engel görüyorum:

1) Zihinsel (Entelektüel) Engeller

2) Yönetimsel Engeller

Peki, zihinsel ya da entelektüel engel nedir? Burada turizmi nasıl algıladığımızla ilgileniyorum. Mesela; başından beri turizmi bir döviz kaynağı olarak kodlamak ve ülkeye döviz girdisini sağlamak için turizm faaliyetlerini yapmak, turizmin ticari yönüne ağırlık verdiğimiz anlamına gelmektedir. Oysa turizm bir yaşam deneyimidir ve bu şekilde algılandığında hem kendi toplumunuzun sosyal ve ekonomik gelişmesine katkı yapar hem de kalkınmanızın bir enstrümanı ve hatta bir sonucu olarak bir endüstri haline gelerek yaşam deneyiminizi misafirlerinizle paylaşma imkânı verir. Pek tabii ki bunun önemli bir ekonomik katkısı da olmaktadır ve onun içindir ki bugün dünyanın en hızlı gelişen endüstrilerinin başında turizm gelmektedir.

Burada kendimizi ikna etmemiz gereken konu; ticari bir faaliyet olarak gördüğümüz turizmin ham maddesinin üzerinde yaşadığımız çevre olduğunun bilincine varmak olmalıdır. Aksi taktirde turizmin negatif sonuçlarını görmezden geliriz. Bence turizme ticari bakış açısının en sakıncalı sonucu budur. Yıllardır “Bacasız Sanayi” olarak nitelediğimiz ve kısmen bu anlayışı sürdürdüğümüz turizmin kum, deniz ve güneşi emtia olarak kullanıp günümüzde uluslararası rekabet anlamında ikamesi en kolay unsurlar üzerinden faaliyetlerini sürdürmesi aynı zamanda ülke ekonomisi için de bir risk oluşturmaktadır. Kriz durumlarında yaşadığımız tam da budur.

“Türkiye’nin petrolü turizmdir.” cümlesi de yıllardır zihinlerimizde turizmi bir emtia olarak gördüğümüzün kanıtı olmuştur. Halbuki turizmin ana ekseni olan “yaşam deneyimi” tanımı üzerinden hareket etsek bir anda turizmin yönünü değiştirme şansı yakalayabileceğiz.

Turizm faaliyetlerimizin ana aksını “otelcilik” faaliyetleri kaplamaktadır. Akdeniz çanağının en yeni, güzel ve kaliteli hizmet sunan otellerinin muhatapları üzerindeki algısı “paranın değerini bulduğu en iyi hizmet” anlayışı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu algıyı çok da eleştiremeyiz. Çünkü; turizmle ilgili yaşadığımız dönüşüm sancılarını bir türlü gideremeyip turizmi nasıl yöneteceğimizi ve ona nasıl yön vereceğimizi tayin edemediğimizden, haliyle turizmimiz de otel hizmetleriyle öne çıkmak durumunda kalmaktadır. Yani bu bir sonuçtur.

Yönetimsel konulara henüz girmeden zihinsel açmazlarımıza devam edersek; Turizmi hep bir yabancı hareketi olarak görüp, ithal edilmiş bir şey gibi algılamaktayız.

Eğitim sistemimizde yerel coğrafya bilgisinin verilmeyip dünya ve ülkeler coğrafyası konusunda çocuklarımızın uzman olmasına kadar uzanacak bir takım yanlış politikalarımız da bunda rol oynamaktadır. Böylece gezmenin ve görmenin hayatı bilmek ve anlamak konusundaki anahtar rolünü de daha baştan atlamış oluyoruz. Kısacası daha en başında çocuklarımıza turizmin bir yaşam deneyimi olduğunu kavratamıyoruz.

Peki, ülkemiz nasıl oldu da sözüm ona turizmle ilgili algısı bu kadar eksik bir noktadayken dünyanın en fazla turist çeken 6. ülkesi konumuna geldi? Tabii ki her şey yanlış demiyoruz, bu akla aykırı bir durum olur. Durumu çok uzatmadan, kısa ve öz olacak şekilde pazarcıların diline pelesenk ettikleri bir replik ile anlatayım: "Kavun tatlı, ben ne yapayım!?…"

Dünyanın en güzel coğrafyasında, kıtasal ölçekte çeşitlilik ve zenginlik sunan bir ülkenin uygun fiyatlarla, en müreffeh kıtanın yanı başında olması her şeyi açıklıyor olabilir. Gelen turist profili veya yaptığımız ticaretin verimliliği bu yazının konusu olmasa gerek. Burada sadece zihinlerimizdeki turizm olgusuyla ilgileniyorum.

Peki yönetsel engelleri irdelersek; Bir şeyi yönetirseniz ancak ondan verim alabilirsiniz. Yönetmek için de onu iyi tanımlamak ve kendi kültürünüze göre de sisteminizi oluşturmak gerekecektir. Ülkemiz 80’lerin başında turizmle ilgili bir tanımlama yaparak ona ilişkin bir sistem geliştirmiş ve uygulamıştır. Her ne kadar yukarıdaki anlattıklarımızda bu anlayışı eleştiriyor gibi görünsek de kendi içinde tutarlı bir karar olduğunu bugün görebiliyoruz. Ancak buradaki problem o günün şartlarında ve ortamında alınan kararda değil bu kararın etkilerinin ve yönetsel yaklaşımının bugünün şartlarında hala sürdürülüyor olmasındadır.

Şöyle ki: Turizmin kalkınmanın bir sonucu olduğu gerçeğini bu noktada gündeme taşımak gerekir. Türkiye kalkınmak için (finansman) turizme ihtiyaç duyduğu günleri gerilerde bırakmıştır ya da bırakmalıdır. Bu noktada az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin turizm faaliyetleri ve turizmi konumlandırmaları ile gelişmiş ülkelerin turizm algısı ve konumlandırmalarını ayırmak gerekir. Kalkınma olgusu beraberinde yaşam deneyimini ve her alandaki varlığınızı doğrudan olumlu etkilediğinden turizm, burada ziyaret ekonomisi demek daha doğru olacak, bir sonuç olarak kendini göstermektedir. Bunun yönetilmesini de o yerin genel yönetiminden dolayısıyla markasından ayrı düşünmemek gerekir. Burada belki de çok uzatmadan daha baştan söylenebilecek son söz: Turizm yönetiminin çok unsurlu olduğu ve bir yerin (Destinasyonun) kendi insanının yaşam deneyimini yükselttiği ve kalkındığı ölçüde ziyaret ekonomisini de geliştireceği gerçeği olacaktır. Bundan dolayı gelişmiş ülkelerdeki turizm artık ziyaret ekonomisi olarak nitelendirilmektedir. Bu da ayrıca önemli bir zihin değişiminin sonucudur…

7 Ağustos 2020, Ankara

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimizin “

Covid-19 Salgınının Turizme Etkileri

Daha önce benzeri olmayan bir olay… Daha düne kadar tüm ilgililer 2020’de turizm ve seyahat sektörünün yine başarılı bir yıl geçireceğini öngörüyor buna göre planlar yapıyordu. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), turizmde önceki senelerdeki kadar artış olmayacağını belirtmiş olsa da %4 büyüme beklentisini açıklamıştı. Özellikle son 10 yılda sektörler arasında en popüler olması hasebiyle tüm yüzlerin çevrildiği seyahat ve turizm sektörü yine başarılı geçecek bir yılın arifesindeydi. Herkesin keyfi yerinde gibiydi, ta ki Covid-19 ciddiyetini ortaya koyana kadar… İlk önce Çin’de görülen vakaları herkes yine SARS ve MERS gibi algılayıp, bölgesel ve kısıtlı zaman etkilerini gösterecek bir olay olarak gördü. Dünya Sağlık Örgütü 11 Mart günü resmî olarak Covid-19 Pandemisini ilan ettiğinde ilk korku da başlamış oldu. Artık dünya üzerindeki herkes yeni güne geçmiş yaşam biçimini dünde bırakarak uyanmıştı. Bu kuşağın yaşamadığı pek çok uygulama ardı sıra yaşamımıza girdi