Ana içeriğe atla

Kültür ve Turizme Yeni Bakış (Sinerjik ilişkinin Simbiyoz ilişkiye evrimi)

 

Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütünün (UNWTO/BMDTÖ) yeni (2018) ifadesine göre yaratıcılığın ve çağdaş sanatın birçok dalı Kültürel Turizm tanımı içinde değerlendirilmektedir. Bunlar; sanatın çok çeşitli dalları, mimari, tarihi ve kültürel miras, mutfak mirası, edebiyat ve müzik, yaratıcı endüstriler, günümüz yaşam kültürleri ve hayat tarzları, gelenek ve görenekler olarak sıralanabilir. Böylece yaratıcı ekonomiler ile kültürel turizmin güçlü entegrasyonunu görebiliyoruz.

UNWTO’nun yaptırdığı araştırmalara göre Ulusal Turizm Örgütlerinin %81’i çağdaş sanat ve yaratıcılığı (sinema, performans sanatları, dizayn, moda, yeni medya vb.) kültürel turizmin bir parçası olarak görmekteler.

Günümüzde gittikçe yayılan turizm faaliyetlerinin etkileri turizm ve kültürel endüstrilerin gittikçe derinleşen simbiyoz (ortak yaşam/tarafların yararlandığı ilişki) durumunu perçinlemektedir.

Örneğin Pekin’de sayıları 798’e ulaşmış bulunan Sanat Kümeleri yerli ve yabancı milyonlarca ziyaretçiyi cezbetmektedir. Bu noktada kültürel turizm ile ilgili olarak başlıca üç unsurun önemini ifade etmekte fayda var: 1) Yaratıcı kümeler (alanlar) 2) Yaratıcı eserler (farklı dizayn edilmiş binalar vb.)  ve 3) yaratıcı turizm.

Turizm ve yaratıcı ekonomiyi birleştirdiğimizde turizmin tanımını değiştirerek; bilgi ve yaratıcılığa dayalı olarak ortaya çıkan ürünlerin üreticiler, tüketiciler ve yer (destinasyon) arasındaki ilişkinin teknoloji ve yetenek ile de birleşerek günümüzde kültürel ürünler, yaratıcı içerikler ve deneyim meydana getirdiklerini söyleyebiliriz. Böylece birçok araştırmanın sonuçlarının da ortaya koyduğu gibi; duygular ve yaratıcı deneyim arasında pozitif bir ilişki olup bu durum o ilişkiyi yaşatan destinasyonu tekrar ziyaret etme isteğini ve hatırlamayı güçlü bir şekilde beslemektedir.

Kültürel endüstrilerin kalkınma paradigmalarında ve akademik analizlerde kalkınmanın merkezine alınışı 1990’ların başına denk gelmektedir. Buna ‘Creative turn’ yaklaşımı denmektedir. Özellikle Birleşik Krallık, Kültür, Medya ve Spor Bakanlığı* (*Hükümetin sorumlu birim ya da otoritesi) bu anlayışla 1990’ların sonundan itibaren kültürel endüstrileri merkeze alarak gelişimini desteklemektedir. Böylece yaratıcı endüstriler bir yandan kalkınmayı desteklerken diğer yandan da ulusal ve bölgesel markalaşmayı sağlamışlardır. (Bu örmek ve sonuçları ancak çok daha kapsamlı bir yazının konusu olabilir.)

Tekrar turizme dönecek olursak, Amerikalı akademisyen Richard Florida’nın ‘Rise of the Creative Class (2002) adlı kitabında şehirlerin yaratıcı sektörlerde çalışan insanların çekim merkezi haline gelerek kalkınmalarını hızlandırabileceklerini belirtmektedir. Eğer destinasyonlar kendilerinin global haritadaki yerlerini belirginleştirmek ve fark edilmek istiyorlarsa yaratıcı endüstrileri merkeze alan kalkınma stratejilerini uygulayarak markalaşmalarını sağlayabilirler. Unutmadan! Bu doğrultudaki politikaları hayata geçirmeden önce destinasyonunuzun DNA’sını yani ne olduğunuzu ve ne olmadığınızı doğru tanımlamanın önemi yadsınamaz.

Bu noktada Türkiye’yi irdelersek; Ülkemiz doğru bir kararla turizmde ikinci bir yükselme ivmesi yakalamak için 2000’li yılların başında Turizm Bakanlığını Kültür Bakanlığıyla birleştirerek dünyadaki doğru örnekleri gibi kültür ve turizmin sinerjisini (bir işi birlikte yapmak; sonuçları nötr, pozitif veya negatif olabilir) oluşturup bundan her iki alan için de faydalanmak istemiştir. Başlangıçta turizmin çeşitlendirilmesi ve kültürün turizme katılarak turizmin Anadolu’da etkin hale gelmesini sağlamak için turizmin gelirlerinden faydalanılacak ve bu durumdan hem turizm hem de kültür alanları fayda görecektir. Çeşitli yazılarımda belirttiğim bu sürecin doğruları ve eksik kalan alanlarına bu yazıda fazla değinmeden bugünü değerlendirmekte fayda var: Yukarıda vurgulandığı gibi gelinen zaman diliminde bir önceki 10 yılın trendi olan kültür ve turizm sinerjisinin şu an yaşadığımız dijital çağda bilginin ve onun değerinin ışığında yaratıcılığı destekleyerek kültürel endüstriler ekseninde hem kalkınma hem de markalaşma yaklaşımlarını iyi değerlendirmek gerekiyor. Kalkınmanın bir unsuru olarak turizm de bu simbiyoz etkileşimden yararlanarak deneyim odaklı bir halde kültürel ağırlıklı olarak gündemde yerini almıştır. Bir başka deyişle geçmiş yüzyıldaki kültürel turizmin tanımı gelişerek yaratıcı endüstriler, bilgi ve dijital temelinde oluşan etkileşimden olabildiğince faydalanır hale gelmektedir.

Bu nedenle tüm bu gelişmeleri ve hayatı iyi okuyarak ülkemizdeki kültür ve turizm yönetim paradigmamızda revizyon yapıp yeni kurumlar ve yaklaşımlar oluşturma zamanının geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yönetimsel olarak geçmiş 17 yılda bu iki alan arasında kurmaya çalıştığımız sinerji ilişkisinin yeni 10 yılda simbiyoz bir ilişkiye evrilmesi kaçınılmaz...

İrfan ÖNAL, 18 Ağustos 2020

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimizin “

Covid-19 Salgınının Turizme Etkileri

Daha önce benzeri olmayan bir olay… Daha düne kadar tüm ilgililer 2020’de turizm ve seyahat sektörünün yine başarılı bir yıl geçireceğini öngörüyor buna göre planlar yapıyordu. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), turizmde önceki senelerdeki kadar artış olmayacağını belirtmiş olsa da %4 büyüme beklentisini açıklamıştı. Özellikle son 10 yılda sektörler arasında en popüler olması hasebiyle tüm yüzlerin çevrildiği seyahat ve turizm sektörü yine başarılı geçecek bir yılın arifesindeydi. Herkesin keyfi yerinde gibiydi, ta ki Covid-19 ciddiyetini ortaya koyana kadar… İlk önce Çin’de görülen vakaları herkes yine SARS ve MERS gibi algılayıp, bölgesel ve kısıtlı zaman etkilerini gösterecek bir olay olarak gördü. Dünya Sağlık Örgütü 11 Mart günü resmî olarak Covid-19 Pandemisini ilan ettiğinde ilk korku da başlamış oldu. Artık dünya üzerindeki herkes yeni güne geçmiş yaşam biçimini dünde bırakarak uyanmıştı. Bu kuşağın yaşamadığı pek çok uygulama ardı sıra yaşamımıza girdi