Turizme bakış
açımızı şekillendiren sayısız olgu vardır ve bunların pek çoğu ekonomik ve
sosyal yaşam kökenli değerlendirmeler olarak karşımıza çıkar. Bütün bunların
arasında turizmi yönlendirirken doğru ve sürdürülebilir etkileri açıklayan bir
bakış açısı var ki o da üzerinde yaşadığımız coğrafya ve toplumsal
karakterimizin turizme etkilerini ortaya koymaktır. Bunun için öncelikle iki
önemli soruyu kendimize sorabiliriz: Nasıl bir coğrafyada yaşıyoruz? Nasıl bir
toplumsal karaktere sahibiz? Bu iki önemli soruyu burada derinlemesine
inceleyecek değiliz ancak bu soruların cevaplarının turizmle ilişkimizi
etkilemesi açısından konuya giriş mahiyetinde yorumlar yapabiliriz.
Öncelikle
coğrafyamızı düşünelim…Küçük Asya olarak da nitelenen Anadolu coğrafyası
barındırdığı kültürel ve coğrafi çeşitlilik nedeniyle bu ismi almıştır. Yani
kapladığı alan itibariyle olmasa da her yönden sunduğu çeşitlilikle kıtasal
ölçekte bir ülkede yaşıyoruz.
Bir diğer yönüyle
de insanlık tarihinin geliştiği topraklara ev sahipliği yapan coğrafyamız
kültürel birikimini de tarih boyunca sürdürmüştür. Bu durum bizi, şu an yaşayan
nesli, 12 bin yıl önce var olan Göbelitepe’de
yaşayan insanlarla aynı yaşta yapmaktadır. Bizler 12 bin yıldır
süregelen bu toprakların birikiminin üzerinde yaşamımızı sürdürüyoruz. Başka
bir deyişle; kültürümüz, tarih boyunca medeniyetinin geliştiği bu coğrafyanın
bize sunduklarının toplamından ibarettir…Dolayısıyla her davranışımızın ve üretimimizin
arkasında devraldığımız geleneksel bilginin olduğu unutulmamalıdır.
Peki bu tarihi ve
kültürel birikim karakterimize nasıl yansımış olabilir? Burada toplumsal
karakterimizden bahsediyorum. Yabancılar bizi nasıl bilirler? İşte bu soruya
vereceğimiz cevaplar yaşadığımız coğrafyanın ve içinde olduğumuz kültürün
etkilerini barındırmaktadır.
Anadolu insanı
“Misafirper” ve “Hoşgörülüdür” Bu iki basit kelime aslında 12 bin yıllık
tarihsel ve kültürel sürecin sonucudur. Yani o kadar basit değildir aslında... Bu
süreçte yaşanan her şey insanımızın yabancılar tarafından misafirperver ve
hoşgörülü olarak nitelenmesine yol açmaktadır. Ülkemiz ile ilgili yurtdışında
yapılan anket araştırmalarından çıkan sonuçlar da bize bunu göstermektedir.
Turizm ile
tanışıklığımız 150 yılı bulsa da son 50 yılın deneyimini düşündüğümüzde turizm
sektörümüzün en güçlü ögesinin insanımızın karakter özelliği olan
“misafirperverlik” olduğunu söyleyebiliriz. Bu sonucu turizm sektörünün içinde
olan insanların deneyimiyle de destekleyebiliriz. İnsanımızın misafirperverlik
anlayışı tamamen Anadolu’daki yaşantının ona verdiği ve ailesinde gördüğü geleneksel
bir aktarımdır, başka milletlerin misafirperverlik anlayışından da farklıdır ve
özgündür…
Bugünlerde içinde
yaşadığımız pandemi süreci hepimizi sarstı ve aynı zamanda bir şeyleri de
hatırlattı…Kendimize yakınlarımıza ve doğaya karşı davranışlarımızın sorumluluk
duygusundan ne kadar uzaklaştığının farkına vardık. Eğer birey olarak bizi
oluşturan özelliklerden uzaklaştıysak aslında kendimize yabancılaştığımızı da
fark etmeliyiz. Bu açıdan bakıldığında en büyük değerimiz bizi biz yapan
özelliklerimiz yani karakterimizdir. Bu bakış açısını genişlettiğimizde ulusal
karakterimizi oluşturan özelliklere de tutunmamız gerektiğini kolayca
söyleyebiliriz. İşte dünya milletleri arasındaki yerimizi belirleyen ve bizi
tarif eden bu özelliklerimizi korumak, yaşamak ve yaşatmak aynı zamanda bizim
turizm bakış açısıyla da en önemli varlığınızı temsil etmektedir. Böyle
düşündüğümüzde de coğrafyamız ve karakterimiz bizi turizm alanında var eden ve
diğerlerinden ayıran özelliğimiz veya markamız olmaktadır.
2 Kasım 2020
Yorumlar
Yorum Gönder