Ana içeriğe atla

ANKARA’NIN “ALTIN” FIRSATI…

 




Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının yeni yerleşkesi 3 Aralık günü ilk konserle hizmete açıldı. Yaklaşık 200 yıllık bir kurumsallığa sahip olan senfonik müziğin güzide temsilcisi yeni evinde kültür ve sanat hayatımıza yepyeni bir heyecan ve konsantrasyon getirecek. Bu yeni heyecanı taçlandırmak için Ankara’nın önünde “altın” gibi bir fırsat bulunuyor. “Başkentin müze adası veya kültür bölgesi” ifadesini zaman zaman dillendirdiğimiz, bu yönde pek çok adımın birbirinden bağımsız olarak atıldığı Ankara’da artık bu yönde son ve en önemli adımın atılma zamanı gelmiştir.

Yazının başlığının anlamını hemen belirtmekte fayda var çünkü buradaki bahisle doğrudan ilgili yer Başkentin tarihi merkezi olan Altındağ ilçesi. Burası pek çok kültürel ve tarihi değere ev sahipliği yapmaktadır.

Cumhuriyetin 100. Yılı arifesinde cumhuriyete yaraşır bir inisiyatif geliştirmek için bütün şartlar Ankara için hazır görünüyor. CSO’nun yeni yerleşkesinin yükselttiği moral ve konsantrasyonu şehirde bulunan tarihi varlık ve müzelere yansıtmanın tam zamanı…

Altındağ’da, kabaca 4 km²’lik yürüme mesafesindeki bir alanda 25’in üzerinde müze bulunuyor.

Özellikle müze adaları veya kültür bölgeleri olarak adlandırılan ve şehirlerin ziyaret ekonomisinin kalbi olan böyle alanlar o şehirlerin marka değerine ve turizm kapasitesine büyük yararlar sağlamaktadır. Bunun için Wikipedia’da yer alan sayfalarca içeriğe göz atmak yeterli olacaktır.

Bu noktada Ankara’nın ihtiyacı olan doğru bir strateji ve koordinasyonla iletişim ve pazarlama tekniklerinden de faydalanarak bu yönde harekete geçmek olmalıdır.



Bahsettiğimiz değerleri sıralayacak olursak;

CSO Yeni Yerleşkesi

Cer Modern

CSO Tarihi Bina

Eski Gar Binası

Türk Hava Kurumu Müzesi ve Paraşüt Kulesi

Vakıf Eserleri Müzesi

Resim ve Heykel Müzesi

Opera Binası

Pul Müzesi

Ziraat Bankası Binası/Müzesi

Ulus Atatürk Heykeli

Cumhuriyet Müzesi

Ankara Palas

Kurtuluş Savaşı Müzesi

Etnografya Müzesi

Ulucanlar Cezaevi Müzesi

Salt Ulus

Devlet Tiyatroları Binası

Satranç Müzesi

Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Rahmi Koç Müzesi

Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi

Hacettepe Sanat Müzesi

Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi

Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi

Roma Hamamı

Julien Sütunu

Hacı Bayram-ı Veli Camii

Agustus Tapınağı

Hamamönü

Ankara Kalesi

ve Anıtkabir

 


Bütün bu varlıkları ve müzeleri, etkili bir destinasyon yönetimiyle birbiriyle ilişkilendirerek öncelikle Ankaralıyla buluşturmak, sonrasında yerli ve yabancı ziyaretçiye sunmak başkenti bu yönüyle de dünyada önemli bir konuma taşıyacaktır.

Ayrıca bu bölgede tarihi camiler, hanlar, sokaklar ve daha pek çok kültürel varlık da bulunmaktadır. Özellikle Gençlik Parkı ve yapımı süren Millet Bahçesi de oluşturulacak güzergahları tamamlayacaktır.

Buna ister “Altın Müze Adası” diyelim ister “Kültür Havzası” bir gerçek var ki burada oluşan önemli bir değer var ve tek bir ortak akılla yönetilmeyi ve şehrin belleğine yerleşmeyi bekliyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Valilik, Büyükşehir ve ilçe belediyeleri, kalkınma ajansı, ticaret odası ve sivil toplum kuruluşlarının, uluslararası iyi örnekler de incelenerek, birlikte çalışmasıyla bu yönde gerçekleşecek alt yapı, ulaşım, yönetim ve tanıtım faaliyetlerini koordine edecek ülkemiz şartlarına uygun bir destinasyon yönetimini çalışır hale getirmek bu birlikteliği kurumsallaştıracak ve Ankara’ya çok şey kazandıracaktır…

Ankara, 4 Aralık 2020

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimiz...

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti...

Turizm soylulaştırması ve “Kimin şehri?" Sorusu.

Soylulaştırma, varlıklı kesimlerin göçü ve yatırımına bağlı olarak bir yerin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak dönüşmesidir. Sadece sonuçla ilgilenenler için olumlu bir şeydir çünkü çöküntü bölgelerinin yeniden imarı ve işlevlendirilmesi olarak görülür. Halbuki bu süreçte yerel halk yüksek kira ve yaşam maliyetiyle yerinden edilir; mahallenin karakteri değişir, sosyal yapılar çözülür. Kentte yaşayanların yerinden edilmesi, toplumsal ve kültürel erozyonu da beraberinde getirir. Fransız filozof Henri Lefebvre, Le Droit à la Ville (1968) eserinde “şehir hakkı”nı, piyasa güçlerine değil; kamusal, demokratik ve kolektif kullanım esasına göre şekillendirme hakkı olarak tanımlar . Özünde: şehir hakkı, kentin yalnızca metalaşmış ticarî alan değil, insanlar tarafından yaşanabilen, dönüştürülebilir bir mekân olması gerektiğini savunur; kullanım değeri, değişim değerinden önemlidir. Kentliye sadece yaşayan değil, kentine müdahale edebilen, onu yeniden üretebilen aktif bir özne olarak bakar. (...