27 Eylül 2025’te Melaka, Malezya’da kutlanan Dünya Turizm Günü, bu yıl “Turizm ve Sürdürülebilir Dönüşüm” temasıyla turizmi yalnızca ekonomik bir sektör değil, toplumsal ilerlemenin ve sürdürülebilir kalkınmanın anahtarı olarak konumlandıran güçlü ve bilindik bir çerçeve sunmaktadır. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Turizm Örgütü’nün (UN Tourism) yayımladığı kavram notu turizmin büyüme potansiyelinin ötesine geçerek, yönetişimden eğitime, inovasyondan çevreye kadar birçok boyutta küresel bir çağrı niteliği taşıyor.
Bu küresel çağrı, Türkiye turizminin mevcut yapısal sorunlarıyla doğrudan ilişkilidir. Türkiye’nin turizm politikaları hâlen kısa vadeli döviz gelirlerine odaklanmakta, uzun vadeli sürdürülebilirlik ve iklim hedefleri yeterince merkezde yer almamaktadır. Bölgesel destinasyon yönetim organizasyonlarının zayıflığı, yerel katılım ve şeffaflık eksikliği sorun yaratmaktadır. Eğitim ve insan kaynağı açısından turizmde nitelikli işgücü eksikliği kronikleşmiş, gençlerin mesleki eğitime ilgisi düşük kalmış ve mevsimsellik ile düşük ücretler iş gücü tutunmasını zorlaştırmıştır. Kadınların ve dezavantajlı grupların güçlendirilmesine yönelik adımlar sınırlı düzeydedir. Dijital dönüşüm ve yeşil inovasyon eksikliği, özellikle KOBİ’lerin uluslararası rekabette geride kalmasına yol açmaktadır. Kıyı bölgelerinde yoğunlaşan yatırımlar ise doğal kaynaklar üzerinde ciddi baskılar yaratmakta; su, enerji ve atık yönetimi sorunları devam etmektedir. Yatırımlar genellikle kısa vadeli kapasite artışına odaklanmakta, uzun vadeli toplumsal fayda ve iklim dostu stratejiler ikinci planda kalmaktadır. Yerel halkın turizm gelirlerinden aldığı pay düşüktür ve kırsal alanlarda kadın kooperatifleri, gastronomi ve el sanatları girişimleri yeterince desteklenmemektedir.
Türkiye turizminin bu küresel vizyonu yakalayabilmesi için kamu yararı öncelikli yönetişim reformu kaçınılmazdır. Turizm stratejileri yalnızca ekonomik performansı değil, çevresel ve toplumsal etki göstergelerini de içermelidir. Gençler, kadınlar başta olmak izere toplumun çeşitli kesimleri için erişilebilir mesleki eğitim ve dijital beceri programları oluşturulmalı, karbon ayak izini azaltmaya ve çevreci altyapılara yönelik yeşil teknoloji yatırımları teşvik edilmelidir. Yerel gastronomi ve coğrafi işaretli ürünler gibi değerler, topluluk temelli turizmin bir parçası olarak kooperatifler ve KOBİ’lerle desteklenmeli, turizm gelirleri daha adil paylaşılmalıdır. Uzun vadeli iklim dostu projeler için toplum öncelikli finansal araçlar geliştirilmelidir.
Dünya Turizm Günü 2025’in “Turizm ve Sürdürülebilir Dönüşüm” çağrısı, Türkiye turizminin kırılganlıklarına doğrudan yanıt vermektedir: kamu yararı perspektifinden yönetişim eksikliği, eğitim açığı, çevresel baskılar ve dijitalleşme geriliği mevcut durumun özetidir. Türkiye, bu küresel vizyonu katılımcı, doğa merkezli ve inovatif politikalarla ulusal stratejisine entegre ederse turizm yalnızca döviz kazandıran bir sektör olmaktan çıkıp toplumsal adalet, iklim uyumu ve yerel kalkınmaya yönelik sorunlarımızın çözümüne yardımcı olabilir.
Elbette "sürdürülebilirlik" kavramına yönelik, bizim de katıldığımız, ciddi eleştiriler bulunmaktadır. Hakim ekonomi-politik sistemin içinde bulunduğu kriz ve bunun hayatın tüm alanlarındaki olumsuz etkilerini yaşarken sistemin aktörlerinden olan Birleşmiş Milletlerin turizmden sorumlu kuruluşunun çabasını olumlu bulmamız turizmin toplum odaklı demokratikleşmesi ve ekosisteme saygı göstermesi yönündeki fikrimizi değiştirmeyecektir...
Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimiz...
Yorumlar
Yorum Gönder