Bu yazıyı son zamanlarda turizmle ilgili yaşadıklarımızı ve toplumun gündemini oluşturan konuları baz alarak kaleme aldığımı belirtmeliyim. Açık kaynaklar tarandığında turizme yönelik eleştirel bir tavrın arttığı görülüyor. Bu nedenle ‘her iyiliğin kaynağı olarak görülen turizm’ anlayışının karşısında farklı bir bakış açısını da göstermekte fayda var. Akademide son yıllarda, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde, turizme eleştirel bakış yükseliyor. Eleştirel bakış turizm kapitalizmini tüm yönleriyle değerlendirirken özellikle sosyal etkilerin üzerinde ayrıca durmakta. Aşağıda genel anlamda bu görüşlere değiniyorum. Bu tartışma, problemlerimizi çözüp ihtiyaçlarımızı karşılamamızda olumlu bir yöne evrilmemize katkı sağlayacaktır.
Türkiye’nin turizm serüveni 1970’li yıllardan itibaren, Dünya Bankasının da desteğiyle, devlet-sermaye işbirliğiyle şekillenen bir kalkınma stratejisinin parçası olarak başladı. İlk etapta döviz girdisi sağlamaya yönelik bir araç olarak kurgulanan turizm, zamanla bir sektör olmanın ötesine geçerek, inşaat, emlak ve otelcilik sermayesinin çıkarlarına entegre olmuş, mekânsal ve ekolojik dönüşümün motoru haline gelmiştir.
Başta Antalya, Muğla ve İzmir olmak üzere, Türkiye’nin kıyı bölgelerinde hızlı bir turizmleşme süreci yaşandı. Bu süreçte kültürel ve doğal varlıklar, piyasa değerine göre sınıflandırılan ve paketlenen “turistik ürünler”e dönüştü. Antik kentler temalı yürüyüş yolları, Instagram estetiğine göre biçimlendirilmiş köyler, butik otellere dönüştürülen tarihi yapılar ve “doğal güzellikleriyle meşhur” koylara kurulan mega oteller artık Türkiye turizminin temel imaj unsurları. Ancak bu dönüşüm, kısa vadeli gelir odaklı planlamaların, uzun vadeli sosyal ve ekolojik bedellerini beraberinde getiriyor.
2020’li yıllarla birlikte bu modelin sürdürülemezliği artık daha da görünür hale geldi. Pandemi, iklim krizi ve jeopolitik dalgalanmalar derken, Türkiye’nin kırılgan turizm yapısı ardı ardına darbe aldı. Ama esas sorun, bu krizlerin sistemde bir “uyarı sinyali” olarak değil, daha fazla rant üretme bahanesi olarak değerlendirilmesidir. Yani rant değeri kullanım değerini yok ediyor.
Bu süreçte hız kazanan “turizm yatırım alanı” ilanları, doğal sit derecelerinin düşürülmesi, kıyıların imara açılması ve ekolojik alanlara yönelik madencilik, enerji ve otel yatırımları turizmi sadece bir sektör değil, bir tahribat rejimi haline getirdi. Bu turizmin birikim rejimidir. Böylece yaşanan krizin aslında yayılmacılığın bahanesi olduğunu görüyoruz.
Ekonomik Açıdan verimsizlik
Turizm gelirleri nominal olarak artsa da, kişi başı turist harcaması düşüyor; düşük ücretli, mevsimlik ve güvencesiz işler sektörün normu haline gelmiş durumda. Sektörün döviz girdisinin net bir ekonomik kazanca dönüştüğü şüpheli. İnşaat ve otel yatırımlarının çoğu, yüksek kamu teşvikleriyle finanse edilse de, orta vadede kamuya maliyeti özel kazancın çok üzerinde kalıyor.
Ekolojik Açıdan Sürdürülemezlik
Yüksek su ve enerji tüketimi, yoğun ulaşım altyapısı, kıyı tahribatı ve atık sorunu turizmin ekolojik ayak izini giderek artırıyor. İklim kriziyle birlikte su kıtlığı ve orman yangınları turizm destinasyonlarının yaşanabilirliğini tehdit ederken, hâlâ yeni golf sahaları, kruvaziyer limanları ve lüks otel projeleri planlanıyor. Oysa artan sıcaklıklar ve ekstrem hava olayları, turizm sezonunun geleceğini bile sorgulatır hale geldi.
Sosyal Açıdan Katlanılamazlık
Turizmin getirdiği ekonomik faydalar, yerel halk için giderek daha az anlam ifade ediyor. Kiraların fahiş biçimde artması, konutların kısa süreli kiralamalara yönlendirilmesi, küçük esnafın zincir otel ve restoranlar karşısında rekabet edememesi, yerel halkın kendi yaşadığı yerde dışlanmış hissetmesine neden oluyor. Kırsal köylerde bile arazi fiyatlarının spekülatif biçimde artması, üretici nüfusun toprağından kopmasına yol açıyor. Kısacası, toplum turizmden nefret eder hale geliyor: İspanya, İtalya gibi turizmde öncü ülkelerin yaşadıkları bu nefreti doğruluyor. Turizme karşı protestoların sosyal yönü incelendiğinde altından çıkan gerçek şehrin sakinlerinin yerlerinden edilmesi ve kültürel parçalanmışlık.
Nereye Gidiyoruz?
Bugün Türk turizmi, bir tür “büyüme paradoksu” içinde: daha çok turist, daha büyük otel, daha fazla yatırım formülü artık ne ekonomik ne ekolojik ne de sosyal anlamda işliyor. Buna rağmen, alternatif ve yerel temelli turizm modelleri marjinalleştirilirken, merkezî düzeyde “mega projeler” ve “marka destinasyonlar” yaratma takıntısı sürüyor.
Ancak tüm bu tabloya rağmen, yerelde gelişen dayanışma ağları, ekolojik mücadeleler ve kültürel mirası korumaya yönelik girişimler toplumun tercihini açıklıyor. Turizmi yeniden düşünmek, büyümeden çok dayanıklılığı, tüketimden çok ilişkiselliği merkeze alan yeni bir anlayışı inşa etmekle mümkün. Bunun için yeni bir tasarıma ihtiyaç var. Bu tasarım nasıl yaşamak istediğimiz sorusuyla da doğrudan ilişkili; turizm bu tercihin yalnızca bir çıktısı…Turizmi sadece işletme ve tanıtım boyutundan değerlendirmek yerine turizmin siyasal ekonomisini tartışmak daha faydalı olacaktır. Turizm akademisi bunu düşünmelidir…
Belki de artık şu soruyu yüksek sesle sorma zamanı: Turizmi değil, yaşanabilirliği mi öncelemeliyiz?
Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti...
Yorumlar
Yorum Gönder