Ana içeriğe atla

Kent, Turizm ve Sınır Nesnesi: Krizlerin Gölgesinde Ortak Bir Zemin

Sosyal bilimlerde “sınır nesnesi” (boundary object) kavramı, farklı toplumsal gruplar, aktörler veya bilgi alanları arasında iletişimi, etkileşimi ve müzakereyi mümkün kılan esnek ama paylaşılan bir referans noktasını ifade eder. Bu kavram ilk olarak Star ve Griesemer tarafından bilimsel topluluklar ve yerel aktörler arasındaki işbirliklerini açıklamak için geliştirilmiş, sonrasında kentsel çalışmalar, çevre politikaları ve turizm gibi alanlara da uyarlanmıştır. Kent, tam da böyle bir sınır nesnesi işlevi görür. Planlamacılar için kent, yönetilmesi gereken mekânsal birimler bütünüdür; girişimciler için ekonomik fırsatların mekânı; sakinler için gündelik yaşamın sahnesi; turistler içinse deneyimlenecek bir destinasyondur. Her aktör kente farklı anlamlar yükler, ancak kent herkesin ortaklaştığı bir zemindir. Bu çerçevede turizm de bir sınır nesnesi haline gelir: Kültürel mirasın korunması, ekonomik kalkınma, çevresel sürdürülebilirlik, yerel halkın refahı gibi birbirinden farklı hedefler turizm çatısı altında kesişir. Ancak tam da bu kesişim noktaları, özellikle kriz dönemlerinde çatışma ve gerilimlerin odağına dönüşür. Örneğin Covid-19 pandemisi, kenti ve turizmi ortak bir kriz alanına sürükledi. Turizm gelirine bağımlı kentler ekonomik çöküş yaşarken, aynı zamanda kamusal sağlık kaygılarıyla mekân kullanımı kısıtlandı. Kentin sokakları, meydanları ve turistik mekânları bir yandan “boşalmış” bir sahneye dönüşürken, diğer yandan turizm politikaları, sağlık otoriteleri, yerel halk ve işletmeler arasında bir müzakere alanı yarattı. Kent, pandemiyle birlikte farklı aktörlerin farklı beklenti ve taleplerini bir araya getiren bir sınır nesnesi olarak yeniden tanımlandı. Benzer şekilde, doğal afetler –örneğin deprem– turizm kentlerinde mekânsal ve toplumsal kırılganlıkları görünür kılar. Afet sonrası yeniden inşa süreçleri, bir yandan yerel yaşamın onarımı, diğer yandan turistik çekiciliğin yeniden üretilmesi gibi farklı aktörlerin taleplerini ortak bir zeminde buluşturmak zorundadır. Bu durumda kent, bir kriz alanı olduğu kadar, sınır nesnesi olarak kolektif eylemin müzakere platformuna da dönüşür. Ancak burada önemli bir paradoks ortaya çıkar: Kent ve turizm sınır nesnesi işlevi görürken, krizler bu nesnenin aşırı yüklenmesine yol açar. Yani çok fazla aktörün çok farklı beklentisi, kenti ve turizmi ortak bir gelecek tasavvuru kurmak yerine çatışmaların arenasına dönüştürebilir. Gentrifikasyon (Soylulaştırma), aşırı turizm (overtourism) veya çevresel tahribat gibi olgular, sınır nesnesinin birleştirici değil ayrıştırıcı bir işlev üstlenmesine neden olur. Sonuçta, sınır nesnesi olarak kent ve turizm, krizler karşısında hem ortak eylemin hem de gerilimin mekânlarıdır. Krizler bu ortak zemini ya dayanışma ve yenilikçi çözümler için bir fırsata dönüştürür ya da çıkar çatışmalarıyla aşındırır. Bu nedenle, kentsel ve turistik planlamada sınır nesnesi kavramı, krizlerin yönetiminde esnek, kapsayıcı ve müzakereci politikaların geliştirilmesi için önemli bir teorik mercek sunar. Sonuçta, kentin krizi hayatın krizi, dolayısıyla turizmin krizi anlamını taşımaktadır...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimiz...

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti...

Turizm soylulaştırması ve “Kimin şehri?" Sorusu.

Soylulaştırma, varlıklı kesimlerin göçü ve yatırımına bağlı olarak bir yerin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak dönüşmesidir. Sadece sonuçla ilgilenenler için olumlu bir şeydir çünkü çöküntü bölgelerinin yeniden imarı ve işlevlendirilmesi olarak görülür. Halbuki bu süreçte yerel halk yüksek kira ve yaşam maliyetiyle yerinden edilir; mahallenin karakteri değişir, sosyal yapılar çözülür. Kentte yaşayanların yerinden edilmesi, toplumsal ve kültürel erozyonu da beraberinde getirir. Fransız filozof Henri Lefebvre, Le Droit à la Ville (1968) eserinde “şehir hakkı”nı, piyasa güçlerine değil; kamusal, demokratik ve kolektif kullanım esasına göre şekillendirme hakkı olarak tanımlar . Özünde: şehir hakkı, kentin yalnızca metalaşmış ticarî alan değil, insanlar tarafından yaşanabilen, dönüştürülebilir bir mekân olması gerektiğini savunur; kullanım değeri, değişim değerinden önemlidir. Kentliye sadece yaşayan değil, kentine müdahale edebilen, onu yeniden üretebilen aktif bir özne olarak bakar. (...