Ana içeriğe atla

TURİZM YAZILARI -2

Türkiye Akdeniz çanağında etkileyici bir turizm potansiyeline sahip* (1971)


Türkiye’de gerek hükümet nezdinde gerekse uluslararası örgütlerde 60’lı ve 70’li yıllarda turizmle ilgili hâkim düşüncenin *Türkiye Akdeniz çanağında etkileyici bir potansiyele sahip cümlesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu yargıyla hükümet ve kalkınma programlarında ve ülkeyle ilgili uluslararası ekonomik değerlendirme raporlarında karşılaşıyoruz.

Bu düşüncenin arkasında yatan arayış ise ülkenin kalkınma çabaları ve döviz ihtiyacı olmuştur. 60’lar ve 70’lerde ülkeye yabancı turist gelişleri olmakla birlikte diğer Akdeniz ülkeleriyle karşılaştırıldığında çok yetersiz düzeyde olduğu görülüyor.

1963-73 döneminde yabancı turist sayısı 155.000’den 776.000’e çıkmış. Bu yıllarda enerji krizi, Avrupa’daki ekonomik gerileme, Kıbrıs Harekâtı nedenleriyle 1974’te yabancı turist gelişleri 662.000’e düşmüş.

Bununla birlikte 1968-74 arasında %14.1’lik yıllık artış söz konusu. Yabancı turistlerin %60’ı Fransa, Birleşik Krallık, Almanya, İtalya ve ABD’den geliyor. O yıllarda ortalama turist kalış süresi 7 gün ve yabancı turist trafiğinin %57’si yaz aylarında gerçekleşmekte.

O yıllarda artan gelir düzeyi nedeniyle iç turizmde de gelişmeler var. Turizm ve Tanıtma Bakanlığının verilerine göre 1968-74 yıllarını kapsayan dönemde yıllık %10 artış yaşanmış, 1974 yılında da 3 milyon civarında otel ziyareti mevcut.

Bununla birlikte ülkenin otel kapasitesi yetersiz ve gelecekte umulan turizm gelişmesini karşılayabilecek durumda değil. 1975’te kayıtlı 42.733 yatak bulunuyor, 214.000 de kayıtsız yatak mevcut. Kayıtlı yatak kapasitesinin %12’si devlete ait işletmelerden oluşuyor. Otel işletmeciliğinde de yabancı hâkimiyeti söz konusu.

Ülkenin döviz kazancının %13’ü turizm kaynaklı (1974) sezonda 38.000 kişi doğrudan otel endüstrisinde istihdam ediliyor. Buna ilave olarak 40.000 istihdam da restoran, tur acenteleri, ulaşım, tarım, mağazalar gibi otel endüstrisine bağlı kollarda istihdam ediliyor.

Hükümet 1960’ların başından itibaren turizmi desteklemek için finans olanaklarını kullanmakla beraber –bunu 1950-60 arasında yürürlüğe giren iki teşvik kanunundan anlıyoruz.- ülkenin, başta da belirtilen, büyük turizm potansiyelini değerlendirecek kapasiteye ne alt yapı ve eğitim ne de otel kapasitesinde ulaşabilmiştir.

1962-75 yılları arasında hükümet turizm sektörüne 180 milyon dolar yatırım yapmıştır. Bu yatırımların %45’i alt yapı, %30’u otel, %12’si tanıtım, eğitim ve %13’ü de arkeolojik restorasyonlara harcanmıştır. Görüleceği gibi bu yıllarda turizmden sorumlu bir bakanlığın (1963) kurulduğunu ve kamu yönetiminin bir parçası olarak yetkilendirildiği, ayrıca turizmin gelişimi için planlama ve yürütmede düzenlemelere gidildiğini ve çok önemli bir diğer adım olarak da turizmin özel sektör kanadının bir kuruluşu olarak Seyahat Acenteleri Birliğinin (TÜRSAB) kurulduğunu (1972) görebiliriz.

Ayrıca turizme ayrılan kaynakların dağılımına bakıldığında da oldukça verimli bir planlama yapıldığını anlayabiliyoruz. Özellikle arkeolojik restorasyonlara ayrılan payın kültür ve turizm sinerjinin politika olarak o yıllarda algılandığını söyleyebiliriz.

Öte yandan özel sektör için teşvikler de mevcut;

(a)  Uzun dönemli krediler (Turizm Bankasından)

(b)  Otel ve resort alanları için teşvikli tahsisler

(c)  Vergi teşvikleri

(d)  Gümrük muafiyetleri, ithalat destekleri

Bu teşviklerin diğer Akdeniz ülkelerindeki teşvikler incelenerek oluşturulduğu da anlaşılıyor.

Ancak bu teşvik paketlerinin uygulama ve yönetim zafiyetleri ile hantallıkları mevcut.

1971-74 döneminde Turizm Bankası 109 proje için 18 milyon dolar kredi vermiş, Bankanın 770 odası mevcut ve ülkenin en büyük otel işletmecisi konumunda.

Turizm ve Tanıtma Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığıyla birlikte turizm planlarını hazırlama ve uygulamasından sorumlu. Yani turizm alanında koordinasyonu sağlayacak, güçlü ve saygın bir kamu otoritesinin oluşturulduğunu söylemek mümkün. Henüz bu yıllarda aynı derecede güçlü bir turizm sektörü ve sivil örgütlenmeden bahsedemeyiz ancak bunun öncüsü olarak da TÜRSAB’ın kuruluşunu ve bazı cemiyetleri sayabiliriz.

Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte otelcilik eğitiminden de sorumlu. Ankara, Antalya, İstanbul ve İzmir’de 4 eğitim merkezi bulunuyor. Bunların 5.si Ürgüp’te 1976’da planlanmış. 1967’den beri bu eğitim merkezlerinde turizm sektörü için 2200 öğrenci eğitilmiştir. MEB’e bağlı Ankara, İstanbul ve Kuşadası’ndaki 3 yüksek okulda da orta kademe otel yöneticisi yetiştirilmiştir. 4. Okul 1976’da Antalya’da planlanmıştır. Bu okullarda da 1964’ten beri 2000 öğrenci eğitim görmüştür.

Üçüncü 5 yıllık kalkınma planında Hükümet (1973-77) turizm sektörüne 300 milyon dolar yatırım öngörmüştür. (Bir önceki plandan 80 milyon dolar daha fazla)

Bu gelişmeleri sıraladıktan sonra Türkiye’de turizmin bugünkü konumunu derinden etkileyen bir projeyi başlı başına ele almak gerekir:

Güney Antalya Turizm Altyapı Projesi. Bu proje daha sonra –özellikle 80’ler ve 90’larda gelişecek ülke turizminin yönünü tayin etme ve projeden önceki birikimleri değerlendirip gelecek turizm politikalarına da yön vermesi açısından çok önemlidir. Söz konusu önem sadece bir alt yapı projesinden kaynaklanmayıp turizm planlaması, eğitimi, işgücü, tanıtımını da içeren ve çok daha önemlisi destinasyon yönetim modeli sunması bakımından öncü uygulamaları içermektedir.

Hükümet 1969’da “Turizm Gelişim Bölgesi” öncelikli projesini oluşturdu. Yüksek Planlama Kurulunun “Turistik Gelişme Politika Esasları” hakkındaki raporu Bakanlar Kurulunca onaylanmış, buna göre; ülkenin sahip olduğu turistik imkân ve zenginliklerin değerlendirilmesi, iç ve dış turizme elverişli bölgelerin tespiti ve süratle gerekli tesislere kavuşturulması, turizmden gelecek döviz gelirlerinin hızla arttırılması, turistik değer ve imkânların israfının önlenmesi ve bu değerlendirmenin gereği koordinasyon ve organizasyonun temini amacı ile turistik gelişmenin esasları şöyle sıralanmıştır: Çanakkale-Balıkesir il sınırının denizden başladığı nokta ile Antalya-İçel il sınırının denizden başladığı nokta arasında karasularımızın bitişiği sahil şeridinin 3 Km. derinliği saha içinde kalan arazinin turistik gelişme bölgesi olarak tespiti kararlaştırılmıştır. Hedefler de; Belirtilen sahada 20 yılın sonunda asgari 500.000 yatak kapasiteli turistik tesislerin kurulması, 3. Beş yıllık plan sonunda da bu bölgede asgari 100.000 yatak kapasiteli turistik tesislerin meydana getirilmesi olarak belirtilmiştir. Organizasyon olarak da çeşitli kuruluşlardan teşekkül eden “Turizm Koordinasyon Kurulu” oluşturulmuş. Mali olarak da kamu finansmanı öngörülmüş ve başta Turizm Bankası olmak üzere bu finansmandan yararlandırılacak bir politika da belirtilmiştir.

Turizm ve Tanıtma Bakanlığı 1971’de bu kuşakta yer alan 3 ana bölgede turizm gelişim planları hazırlamaya (Kuzey Ege, Güney Ege/Muğla ve Akdeniz/Antalya) başlamıştır.

Bu süreçte Hükümet ve Dünya Bankası yüksek gelişim potansiyeli görülen Güney Antalya projesini seçmişlerdir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının finanse ettiği uzman programı yardımıyla, Dünya Bankasının da gözetiminde Bakanlıkça projeye başlanmıştır. Proje Kasım 1975’te tamamlandı. Kredi görüşmeleri 27 Mayıs-4 Haziran 1976’da Washington’da yapıldı.

Dünya Bankasının Türkiye’de finanse ettiği ilk turizm projesi olan Güney Antalya Turizm Gelişim Projesi Türkiye’nin de turizm alanındaki ilk planlı, entegre projesi olmuştur. Projenin amacı Güney Antalya’nın Avrupa pazarı için resort turizm merkezi olması için Türkiye’ye yardımcı olmaktı.

Proje Antalya körfezinden 50 Km şehrin güneyine doğru bir alanı kapsamaktadır. Bölge küçük (nüfus: 3100) fakat meyve tarımı için önemli bir alandır.

Projeye göre 1981 yılına kadar özel sektörce yapılacak 2250 yatak kapasitesine sahip otel ve tatil köyü için alt yapı desteği verilecek, 1990’a kadar da bu yatak kapasitesi 5750’ye tamamlanacaktır.

Projenin toplam değeri, 22 milyon doları yabancı kaynak olmak üzere toplam 66 milyon dolardır.

Başlangıçta projenin ülkeye 17.7 milyon dolar döviz kazandırması (1983) ve 1993’te de bunun 29.3 milyon dolara ulaşması öngörülmüştür.

Dünya Bankasının projeyle ilgili olarak 24 Eylül 1986 tarihli sonuç raporunda; 1990’a kadar 6000 oda, 12.000 yatak öngörülüp projenin başarılı bir şekilde tamamlanmış olduğu belirtilmiştir. Türkiye’ye turist varışları 1983’te %16, 1984’te %30 artmış, 1985’in ilk 6 ayında da önceki yıla göre %46,3 artış kaydedilmiştir.

Yatırımcıların bu projeye ilgisi, artan turist sayısına paralel olarak gelişmiştir.

Deneyim değerli!

Türkiye dünya turizm pazarına entegre bir turizm bölge projesini büyük oranda gerçekleştirip a’dan z’ye tüm kurumlarıyla önemli bir tecrübe kazanarak 1982 yılında yürürlüğe koyduğu Turizmi Teşvik Yasasını yapmış ve bu gelişmelerin sonucunda da 80’lerin ikinci yarısında başlayan ve 90’larda da süren turizm ivmesini gerçekleştirmiştir. Bugün geriye bakıp yaşanan deneyimlerin üzerinden geçtikçe ülkenin turizm hikâyesi çok daha net bir şekilde ortaya konulabilmektedir.

Ayrıca projeyle ilgili olarak, günümüzdeki tartışmalara da ışık tutması açısından, ortaya konulan çevresel ve sosyolojik etkilerin de bilinmesinde fayda var. Projenin çevre ve tarım alanlarına etkilerinin ayrıca incelenmesi belirtilmiş ancak o yıllardaki hızlı gelişme buna engel olmuştur. Öngörülen projenin aksine  kapasitenin plansız bir şekilde artırılarak gelinen durum değerlendirilmelidir.

Projenin tamamlanan alt yapılarının işletilmesi için İl Özel İdaresi ve köy tüzel kişilerinin üye oldukları “Güney Antalya Turizm Altyapı Hizmet Birliği” (GATAB) oluşturulmuş ve Birliğin daha esnek ve hızlı hareket etmesi için yöredeki işletmelerin de hissedarı oldukları ALTAŞ Şirketi kurulmuştur. Bütün bu gelişmeler ülkemizde bugün dahi tam olarak çözüme kavuşturamadığımız turizm destinasyon yönetimi için önemli birikimler olarak turizm tarihimize kaydedilmiştir.

Yazının başlığında belirtilen potansiyelin harekete geçirilmesi öncelikle strateji çalışmalarını gerekli kılmış ve ardından da planlama ve uygulama safhasında –eksik ve yanlışları da olsa- Türkiye’nin resort turizminde bugün önemli bir destinasyon olarak var olmasının önü açılmıştır. Söz konusu deneyim dünyadaki gelişmeler ve etkileşimler ışığında ülkenin bugünkü turizm bilgi ve operasyon kabiliyetinin öncüllerinden olmuştur. Yani ülkenin turizmle ilgili sistematik ilk ivmesinin arkasında  strateji ve  yoğun bir emek vardır. Yine böyle bir ivmeyi  yeni bir strateji ve kurgu ile çağın getirdikleri ve getirecekleri de düşünülerek yeni kurumlarıyla  tekrarlamanın şartları olgunlaşmıştır.

Günümüzde turizm endüstrisi çok boyutlu yapısı gereği  interdisipliner bir bakış açısıyla değerlendirilmekte, toplumsal yaşama katkısı öne çıkarılarak yaşam kalitesinin yükselmesinde önemli bir olgu olarak görülmektedir. Bu nedenle turizmi iyi yönetmek çok daha önemli hale gelmiştir. 

Yazıda Türkiye’de turizm hareketinin kitlesel boyutlara gelişinin hikayesini ana hatlarıyla vermeye çalışılırken aynı zamanda yaşadığımız dönem itibariyle ihtiyaç duyulan yeni turizm paradigmasının planlamasına da dikkat çekmek istedim. Ülkemizde turizmle ilgili olarak yaşanan gelişmelerin yoğunlaştığı 1982 yılı sonrası döneme 1950 ve 60'larda yapılan hazırlıkların ve 70'lerde yoğunlaşan çabaların katkısı yadsınamaz. Bu nedenle Türkiye 50 yıllık sistematik ve kurumsal turizm deneyimine sahip olarak bundan sonra oluşturacağı turizm paradigması için çok daha şanslı ve kendinden emin konumdadır.

Unutulmamalıdır ki hiçbir gelişme köklerinden ve onu doğuran sebeplerden ayrı düşünülemez. Bu süreçte ülke turizmine her alanda katkı vererek hizmet etmiş herkesi  minnet ve saygıyla anarken yanlışlardan da ders çıkarıp geleceği birlikte sabırla ve özenle tasarlamaya odaklanmalıyız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Yararlanılan kaynaklar : Dünya Bankası raporları; Güney Antalya Turizm Gelişim Projesi, Hülya Örs)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti

Sud de France örneğinde Kolektif Markalar ve Yerel Kalkınma

  Yöresel Ürünler ve Coğrafi İşaretler Türkiye Araştırma Ağı (YÜciTA) ile Muğla Ticaret ve Sanayi Odası tarafından 20 Ekim 2023 günü gerçekleştirilen Muğla Uluslararası Coğrafi İşaretli Ürünler Zirvesinin odak konusu, coğrafi işaretler, gastronomi ve turizmden ilham alarak, yöresel markaların kolektif yönetimi ve kalkınmaya desteklerinin sağlanmasıydı. Söz konusu zirve kapsamında, ülkemizde coğrafi işaretler ve turizmin ortak problemi ve ihtiyacı olan yönetim/yönetişim konularının çözümüne ilişkin iyi bir örnek olarak gördüğümüz Sud de France (SdF) ile ilgili sunumu Bölge Danışmanı M. Rene Moreno gerçekleştirdi, aşağıda SdF’ye ilişkin verilen bilgiler Sayın Moreno’nun sunumundan derlenmiştir. İnsanlığın yaşadığı Covid-19 salgının etkilerini sürdürdüğünü söyleyerek konuya başlamanın doğru olacağını düşünüyorum. Özellikle “Yeni Normal” olarak adlandırılan gelişmeler aslında değişen düşünce yapısı ve yeni değerlere işaret ediyordu. O günlerde turizm ile ilgili yazılarımda destinasyonl

SÜRDÜRÜLEBİLİR DESTİNASYON YÖNETİM TASARIMI (1): VERİ VE AKILLI DESTİNASYONLAR

  Bir destinasyonun sürdürülebilirliği, sakinlerinin ihtiyaçları, refahı ve yaşam kalitesi ile ziyaretçilerinin ihtiyaçları, refahı ve deneyim kalitesi arasında ne kadar iyi denge kurabildiğine bağlıdır; bu bir yönetim konusudur. Bu hassas denge, sürdürülebilirliğin belirli bir destinasyonun tüm çevresel ve toplumsal yönlerini içeren karmaşık, çok boyutlu bir kavram olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte, seyahat başlı başına acil bir küresel sürdürülebilirlik sorununa -iklim acil durumu- büyük ölçüde etkide bulunuyor ve dünyadaki karbon emisyonlarının kabaca %8'ini oluşturuyor. Bu zorlu sorunu ele almak ise endüstrinin öncelikler listesinin başında gelmektedir. Burada, bir yönetim yaklaşımı olarak tasarım yönetimi (Design Management) ve veriler çözümde çok önemli bir rol oynayabilir, gerçek sürdürülebilirlik için atmamız gereken adımları yönlendirebilir. Veri ve sürdürülebilirlik arasındaki ilişki Turizm her şeyle ilgilidir, bu nedenle her şeyi ölçümlemeli ve destinasyo