Ana içeriğe atla

Coğrafi İşaretler ve Turizm (*)

 



 


Kalkınmanın iki önemli bileşeni; coğrafi işaretler ve turizm…Bu iki alan birbiriyle sıkı bir ilişkiye sahip, bunu simbiyotik bir ilişkiye benzetebiliriz; yani bir arada olmaları, birbirlerine hayat vermeleri bu iki alanın da yararına ve çıktıyı artıran bir etken.

Öte yandan turizm deneyim ve bunun çevresinde oluşan hikayenin pazarlamasıdır. Coğrafi işaretli ürünler de yer ile ilgili deneyim ve hikayenin merkezinde yer alır.

Bu yazıda dünyanın geleceğine dair beklentileri de düşünerek, coğrafi işaretler ve turizm ilişkisine değineceğim.

Kalkınma ve markalaşma iç içe geçmiş iki kavram; gerek ülkelerin gerekse bölgelerin, şehirlerin hatta köylerin odağında bulunuyor. Kalkınmayı sağlamanın  yaşam kalitemizi artırdığını biliyoruz. Burada söz konusu olan sadece insanın yaşam kalitesi değil, bizimle birlikte bu yerküreyi paylaşan tüm varlıkların yaşam hakkından ve kalitesinden bahsediyoruz. Bu nedenle, şekilde de görüldüğü gibi günümüzde bu sürecin tabi olduğu önemli kriterler bulunmaktadır; Sürdürülebilirlik, Sorumluluk ve Net Sıfır Emisyon Hedefi gibi..

Evet, Cİ ve turizmin ortak alanlarına kısaca değinmek gerekirse öncelikle coğrafyadan bahsetmek gerekir. Turizmde destinasyon olarak nitelediğimiz “yer” Cİ alanında genellikle “yöre” olarak geçer.

Cİ, bir ürünün bulunduğu coğrafya ve kültürle bağını tescil eden kalite işaretidir. Bu anlamda insan, üretim, kültür ve kimlik olgularıyla yakından ilişkilidir.

Öncelikle destinasyon ve yöre ifadelerinden ne anladığımıza bakalım: Destinasyon, amacı önceden belirlenerek çıkılan seyahat anlamına gelmektedir, dolayısıyla bir “yer” ve “deneyim” içerir. Yöre ise sadece iklim, toprak ve tarımsal faktörlerden etkilenen bir alan değil, aynı zamanda bir beşeri bilgi, beceri, yetenek, ustalık ve geleneği işaret eder. Ürüne tüm özellik, kalite ve tipikliğini veren de yöredeki bu doğal ve beşeri faktörlerin tümüdür. Bu da coğrafi işaretlerin insanla, yaşadığı coğrafya, kültür ve tabi ki üretim ilişkileriyle bağını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Görüldüğü gibi dilimizde yöre kelimesi, destinasyon kelimesine göre daha kapsayıcıdır.

Coğrafi işaretlerin ve turizmin içerdiği ortak unsurlar aslında markalaşma sürecinin de olmazsa olmazları olarak görülür. Bir yerin kimliğini oluşturan değerlerin doğru tespiti ve yaşatılması o yerin markalaşma sürecini belirler. Turizm destinasyonları kendilerini rakiplerinden ayrıştırmak ister böylece pazarda bilinen ve talep gören yerler olarak kalırlar. Coğrafi işaretler de bu kimliğin ve kültürün güçlü bir parçasıdır. Bizatihi coğrafi işaretler fikri mülkiyet hukuku konusu olarak kalite ve markanın ifadesidir. Böylece bir destinasyonun markalaşmasının da doğal bir unsurudur ve tamamlayıcısıdır.

Bütün bu süreci, yani kalkınma ve markalaşma sürecini doğrudan etkileyen anlayışın sürdürülebilirlik ilkesi olduğunu da unutmamalıyız. Bu noktada her politika ve uygulaması sürdürülebilirlik ilkesi uyarınca gerçekleşecektir.

Bu bahsi -YÖREX vesilesiyle-  ülkemizin en fazla turist çeken şehri Anyalya ile ilişkilendirirsek:

Antalya, son 40 yılda “kum, deniz, güneş” turizminin Akdeniz Çanağındaki önemli destinasyonlarından biri haline gelmiştir. Dolayısıyla Antalya “markasını” incelediğinizde karşımıza 400’ün üzerinde 5 yıldızlı oteli ile yılda 15 milyon yabancı turisti ağırlayan, yerli turistin de gözdesi olan güçlü bir resort merkezi çıkmaktadır. Peki bu durum ne kadar daha geçerli olacaktır? Ya da soruyu şöyle değiştirelim; Antalya’nın kimliğini sadece kum deniz ve güneş mi oluşturmaktadır?

(…Bir destinasyon ne zaman “rebrand” yani yeniden markalaşma ve yeni bir ivme ile yükselme ihtiyacını hisseder? Bu, genellikle büyük krizlerle ortaya çıkar (ekonomik, savaş, sosyal düzen vs.) Koronavirüs de böyle bir kriz ve Antalya markasının yeni normalde öne çıkan kriterler uyarınca tekrar kendini tanımlama ve gelecek vaadini gözden geçirme fırsatı olarak da değerlendirmek gerekir…)

(…Bu yazıda sadece bir saptama yapmak niyetindeyim.)

Bu çerçevede, Antalya’nın bir değerlendirme yaparak günümüz şartlarında yaşanan dijital ve yeşil devrimi de içselleştirmiş bir şekilde markalaşma yolunda kimliğini ortaya koymaya ve bu kimliği oluşturan tüm varlıklarını da sürdürülebilir ve sorumluluk ilkesiyle yönetmeye ihtiyacı bulunmaktadır. Bu uzun, zor ve yönetilmesi gereken bir süreçtir.

Yönetim konusuna da değinmişken hem coğrafi işaretlerin hem de turizmin kalkınma ve markalaşma sürecinin en önemli parçasının yönetişim olduğunun da altını çizmeliyiz. Tıpkı coğrafi işaretler sistemimizin ana problemi olan yönetişim ve denetim eksikliğini gidermek zorunda olduğumuz gibi turizmde de bu süreci ancak yönetişim ilkesi ile oluşturacağımız kurumlar ve süreklilikle geçerli kılabiliriz.

Son olarak şunu söyleyebiliriz; ülkemizde coğrafi işaretler ve turizm önümüzdeki süreçte, başta belirttiğim simbiyotik ilişkisini tesis ederek hem yerel kalkınmanın hem de markalaşmanın önemli unsurları olarak birbirlerine hayat vereceklerdir...

(Bunu gerçekleştirmiş pek çok destinasyon sayılabilir. Örneğin İtalya ve Fransa’da pek çok destinasyonun coğrafi işaretli ürünlerini markalarının güçlü bir unsuru olarak görebiliriz…Şimdi izleyeceğimiz tanıtım videosunda Hindistan’dan bir örneği görelim… https://youtu.be/a3YO4AM5ydQ )

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*YÜciTA - YÖREX 21 Ekim 2021\ Antalya Çalıştayı için hazırlanan sunum)

webinar için; https://www.youtube.com/watch?v=ChkERm0GoNg


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimizin “

Covid-19 Salgınının Turizme Etkileri

Daha önce benzeri olmayan bir olay… Daha düne kadar tüm ilgililer 2020’de turizm ve seyahat sektörünün yine başarılı bir yıl geçireceğini öngörüyor buna göre planlar yapıyordu. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), turizmde önceki senelerdeki kadar artış olmayacağını belirtmiş olsa da %4 büyüme beklentisini açıklamıştı. Özellikle son 10 yılda sektörler arasında en popüler olması hasebiyle tüm yüzlerin çevrildiği seyahat ve turizm sektörü yine başarılı geçecek bir yılın arifesindeydi. Herkesin keyfi yerinde gibiydi, ta ki Covid-19 ciddiyetini ortaya koyana kadar… İlk önce Çin’de görülen vakaları herkes yine SARS ve MERS gibi algılayıp, bölgesel ve kısıtlı zaman etkilerini gösterecek bir olay olarak gördü. Dünya Sağlık Örgütü 11 Mart günü resmî olarak Covid-19 Pandemisini ilan ettiğinde ilk korku da başlamış oldu. Artık dünya üzerindeki herkes yeni güne geçmiş yaşam biçimini dünde bırakarak uyanmıştı. Bu kuşağın yaşamadığı pek çok uygulama ardı sıra yaşamımıza girdi