Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İçimizdeki Cevher*

  Bir organizasyonun en önemli işlevi bilgi üretmek ve onu kullanmak, harekete geçirmek olmalıdır. Bu nedenle herhangi bir organizasyonu (şirket, kurum v.b.) bilgiyi işleme mekanizması olarak da görebiliriz. Böyle organizasyonlar “yeni bilgi” üretme sürecini iyi yöneten, buna göre tasarlanmış yapıdadırlar. Japon şirketlerinin organizasyon yapısı, kültürle de ilişkili olarak, bilgi üretme sürecine dayanmaktadır. Her birey yeni bilgi üretme sürecinin bir parçası olarak düşünülür. Adeta varoluşun bir kanıtı olarak bilgi ve buna bağlı olarak girişimciliği teşvik eden yaşam ve iş kültürü bulunmaktadır. Söz konusu süreç soyut bilginin somut bilgiye dönüşmesi sürecidir. İnsanların bilgisinde, yeteneğinde olan ve özümsedikleri ancak teori ve sistematik hale gelmemiş, hayatın içinde oluşan soyut bilginin somut bilgiye dönüşmesi, herkes için anlaşılır ve kullanılır hale gelmesi yeni bilginin ve gelişmenin temelini oluşturmaktadır. Bu süreci bir bilgi spiraline benzetebiliriz; Filozof M. Po

Bir Bakanlık Kurulmuştur!

  “Turizm ve Tanıtma Bakanlığı adı ile bir bakanlık kurulmuştur.” Bu cümle, 12 Temmuz 1963 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Kanununun 1. Maddesidir. Tam 60 yıl önce, turizmi verimli bir sektör haline getirmek için turizme elverişli bütün imkânları değerlendirecek, yurdu ve ulusunu tanıtmaya yarayacak hizmetleri görecek bir bakanlık kurulmuştur. Bu kanunda dikkati çeken ilk husus, sade, anlaşılır ve konuya tam odaklı olmasıdır. Ülkenin turizmle ilgili amaçlarını gerçekleştirmesine yardımcı olacak, yeni bir sektörün kuruluşuna öncülük edecek İdare Hukuku sistemimizde yer alan tipik kamu yönetimi unsuru. Turizm yönetiminin en önemli özelliği olan “iş birliği”ne o yıllarda vurgu yapılmış olması da bu kanunu yılların ötesine taşıyor. Turizm Danışma Kurulu’nun varlığı ve yerel yönetimin önemini kavrayarak İl ve İlçe Komiteleri’nin getirilmesi turizmi yıllar sonra odağına almış gelişmiş bir ülke olan Japonya’nın bile 2008 yılında başlatmış olduğu turizmde

Fikri Mülkiyet ve Kadınlar

  Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Gününün (26 Nisan) bu yılki teması kadınlar üzerine oluşturulmuş. Dünyanın her köşesindeki kadın mucitlerin, girişimcilerin ve yaratıcıların “yapabilirsin” mottosuyla yola çıktıkları ve dünyayı değiştirdikleri işlere odaklanılmış. Fikri mülkiyet hakları kadınların yaratıcılıklarını ve inovasyonu desteklemeleri açısından çok büyük öneme sahip. Kadınların yaratıcılıkları ve üretimleri ile hayatı değiştirme gücü bulunuyor. Kadınların yaratıcılık ve üretim kapasite ve kabiliyetlerine rağmen çok az kadın fikri mülkiyet sisteminden faydalanmaktadır. Bu durum büyük bir kayıp anlamına da gelmektedir. Kadınların yaratıcılık ve üretim gücü daha fazla fikri mülkiyet sistemi içine çekilebilirse bu durumdan herkes faydalanacaktır. Kadınların emeği, yaratıcılığı, üretim ve girişimcilikleri fikri mülkiyet sistemi içinde yer aldıkça koruma altına da alınmış olacaktır. Bu gerekçelerle WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Organizasyonu) bu yılki Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Gününü

Turist saymayalım, turizmi sayalım.

  "Saymak" kelimesinin sözlükteki birinci anlamı: bir şeyin kaç tane olduğunu anlamak için sayısını bulmak. Bir anlamı da; özümsemek, hesaba katmak, dikkate almaktır. Turizm gelirleri ilişkili olduğu destinasyonun dışına çıktığında bunun çeşitli etkileri olmaktadır; öncelikle yerel halk ve küçük işletmeler için daha az iş anlamına gelir. Bu nedenle turizmi ölçümlerken sadece turist sayıları ve turizm gelirleriyle yetinilmeyip sosyal, kültürel ve çevresel etkenlere (yaşam kalitesine) bakılmaktadır. Bu durum literatürde genellikle “her şey dâhil” sisteminin sorgulanmasına yol açmıştır. Yapılan araştırmalara göre her şey dâhil paketlerinin gelirleri %40 ile %80 arasında değişen oranlarda destinasyonda kalmayıp havayolu, otel ve diğer uluslararası şirketlere gitmektedir. Günümüz iş yapış biçiminin bir sonucudur deyip bunu görmezden gelebiliriz ya da detaylı değerlendirmeler yaparak turizmden gerçek kazancın ne olduğunu araştırabiliriz. Bizim durumumuz %80 gibi uç bir noktada

DEPREM VE TURİZM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

  Ülkemizde yaşadığımız son depremler bize önceden de eksikliğini hissettiğimiz ancak şu anda yüksek sesle dile getirdiğimiz depreme dirençli mekânlar ve şehirler kurma zorunluluğunu gündemimize taşıdı. Bu amaç için uzmanlarınca çok boyutlu çalışmalar yapılacaktır ancak hayatımızı yeniden tasarlarken yapacağımız çalışmaların bir unsurunun da turizm olduğu unutulmamalıdır. Günümüzde insanla yer ilişkisinin en önemli çıktılarından biri turizmdir. Söz konusu yeniden tasarım çalışmaları aynı zamanda kalkınma ve markalaşma kavramlarının da kapsamındadır. Bu yazı depremden etkilenen şehirlerimizin yeniden canlanma ve kalkınma çalışmaları sırasında turizm ile ilgili gündeme gelebilecek konulara katkı sunmak için kaleme alınmıştır. Turizm sektörü yapısı gereği krizlere açık ve edilgendir. Bir başka deyişle turizm krizlere karşı pasif konumdadır. Krizler hayatımızın bir parçasıdır, öte yandan kriz yönetimi de “iyi yönetim” olgusunun en önemli unsurlarındandır. Bu nedenle stratejik kriz yöneti

Nerede ve Nasıl İnşa Etmeliyiz?

  Bugünlerde ülkemizde depremin yıkıcı etkilerinin acısını yaşarken, 12 Şubat’ta Yeni Zelanda’da da Gabrielle Kasırgası oldu. Başbakan Hipkins, bu durumu yüzyılın en büyük doğal felaketi olarak nitelendirdi. Şu anda Yeni Zelanda'da gündemdeki soru: Tekrar nasıl ve nerede inşa etmeliyiz? Vadi yerleşiminde bulunan kasabalar kasırganın etkisiyle oluşan tusunami ile su ve çamur birikintisinin altında kalarak 10’un üzerinde insan hayatını kaybetti. Pek çok kamu yatırımı yol ve bina kullanılamaz hale geldi. Ülke iklim krizi nedeniyle yaşadığı ve gelecekte karşılaşacağı zararlı etkileri en aza indirmek için seferber olmuş durumda. Sürekli tekrar ettikleri cümle “Topluma yeni ayar vermeliyiz” Bu cümle iklim krizi ve onun etkilerine karşı yeni bir kültür oluşması gerektiğini vurguluyor. Hükümetin resmi planlarına göre ülkede 7 kişiden 1’i sel baskınlarına uğrayabilecek bölgelerde yaşarken, 72 bin insan da deniz seviyesi yükselmesinden etkilenecek alanlarda yaşıyor. Resmi ağızlardan yapı

DENİZ İSTİKLAL YOLU* “Alemdar’ın Yolculuğu”

  Fırtınalı bir havada, İstanbul Bağazı’ndan Kuvayi Milliye’ye katılmak üzere Alemdar Gemisini kaçıran sekiz mangal yürekli denizci ile Ereğli’den Alemdar’a gönüllü katılan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın 12 sıra neferi için deniz üzerinde yaşadıkları savaş, sıradan bir olaydı. Anadolu topraklarında, ulusun kurtuluşu doğrultusunda emperyalizme karşı mücadele vermek üzere Ankara’da kurulan Büyük Millet Meclisi içinse daha derin anlamlar taşıyordu. Bu küçük deniz savaşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin işgal güçleri tarafından bir devlet olarak tanınıp ilk resmi anlaşmayı imzalamasına vesile olmuştu. Üstelik bu anlaşma, devletlerarası hukuk kurallarına uygundu ve sadece işgal güçleriyle Ankara Hükümeti arasındaki sorunu çözmekle kalmamış, Ankara Hükümeti’nin diğer devletler nezdinde de tanınmasına sebep olmuştu. [1] Evet, Alemdar Vapuru insanların kahramanlıklarıyla adeta destansı bir mücadeleye tanık olmuş ve bir ulusun hürriyet ve gelecek hayallerinin gerçekleşmesinde önemli görev yapmıştır.