Ana içeriğe atla

DEPREM VE TURİZM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

 

Ülkemizde yaşadığımız son depremler bize önceden de eksikliğini hissettiğimiz ancak şu anda yüksek sesle dile getirdiğimiz depreme dirençli mekânlar ve şehirler kurma zorunluluğunu gündemimize taşıdı. Bu amaç için uzmanlarınca çok boyutlu çalışmalar yapılacaktır ancak hayatımızı yeniden tasarlarken yapacağımız çalışmaların bir unsurunun da turizm olduğu unutulmamalıdır. Günümüzde insanla yer ilişkisinin en önemli çıktılarından biri turizmdir. Söz konusu yeniden tasarım çalışmaları aynı zamanda kalkınma ve markalaşma kavramlarının da kapsamındadır. Bu yazı depremden etkilenen şehirlerimizin yeniden canlanma ve kalkınma çalışmaları sırasında turizm ile ilgili gündeme gelebilecek konulara katkı sunmak için kaleme alınmıştır.

Turizm sektörü yapısı gereği krizlere açık ve edilgendir. Bir başka deyişle turizm krizlere karşı pasif konumdadır. Krizler hayatımızın bir parçasıdır, öte yandan kriz yönetimi de “iyi yönetim” olgusunun en önemli unsurlarındandır. Bu nedenle stratejik kriz yönetimi başta doğal afetler olmak üzere kriz durumlarının yıkıcı etkisini azaltabilecek veya önleyebilecek etkiye sahiptir.

Krizler karşısında pasif olarak konumlanan turizmi stratejik kriz yönetiminde nasıl etkin hale getirebiliriz? Bunun için öncelikle turizmin etki alanını iyi tarif etmek, ölçümlemek ve bağlantılarını ortaya koymak gerekir.

Depremden etkilenen illerimizin tamamının az ya da çok turizm odakları bulunuyor ve bir ziyaret ekonomileri mevcuttu. Özellikle gastronomisi, kültürel varlıkları ve tarım üretimiyle öne çıkan bölge, son yıllarda yerli ziyaretçilerin yoğun ilgisini çekmekle birlikte Suriye iç savaşının da olumsuz etkilerini yaşamaktaydı.

Günümüzde yaşanan iklim değişikliği nedeniyle doğal afetler sık aralıklarla tekrarladığından turizm sektörünün kriz yönetimi de oldukça önem kazandı. WTTC’ye (World Travel and Tourism Council) göre (2019) doğal afetlerin turizm sektörüne yol açtığı ekonomik zarar 1970-2016 döneminde 19 milyar dolardan 149 milyar dolara çıkmıştır. Doğal afetlerin etkisinden kurtulma ortalama zamanı 16,2 ay’dır. Ayrıca Covid-19 salgının sektöre verdiği zararın ise tamamen paradigmaları değiştirecek türden olduğunu hepimiz yakından tecrübe ettik, etmeye de devam ediyoruz.

Doğal afetler alt ve üst yapıya zarar verir; turizm endüstrisiyle ilgili olarak da oteller, restoranlar, turistik tesisler, tarihi ve kültürel varlıklar, müzeler, eğlence sektörü ve daha pek çok ilişkili yapı zarar görmektedir. Bir diğer etki de psikolojik etkidir. Deprem ve benzeri felaketler yaşam kalitesini her yönüyle yıkıma uğratır.

Ülkemizde turizm sektörü çok çeşitli nedenlere bağlı olarak krizlerden etkilenmektedir, adeta turizm tarihimiz krizlerle şekillenmiştir dersek yanlış olmaz. Bu söylemin nedeni ise turizm sektörümüzün gelişim sürecinde kriz zamanlarının çok etkili olduğunu görmüş olmamızdır. Sıklıkla yaşanan çeşitli krizler sektörün plan ve stratejilerini tam anlamıyla gerçekleştirebilmesinin önünde bir engel oluşturmuştur, her ne kadar yaşanan her krizin sektörü güçlendirdiği söylemi yaygın olsa da krizler nedeniyle ülke turizminin hedeflerini tam anlamıyla gerçekleştiremediği de bir gerçektir.

Geçmişinde çokça kriz tecrübesi bulunan turizm sektörümüzün bu defa karşı karşıya olduğu olağanüstü durum maalesef 6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan Kahramanmaraş Depremleri olmuştur. Doğu Anadolu fay hattında meydana gelen şiddetli depremler Elazığ-Hatay çizgisinde 11 ilimizi doğrudan etkiledi. Deprem bölgesini bir destinasyon olarak düşündüğümüzde dünyanın en önemli turizm merkezlerinden biri olabilecek potansiyeli barındıran; tarım, kültür ve turizmin odağında bulunan çok değerli bir yöreden söz ediyoruz. Söz konusu illerimizi sıralayacak olursak; Elazığ, Malatya, Adıyaman, Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Kilis, Osmaniye, Adana ve Hatay. Bu yörelerimizde deprem öncesinde turizm, kültür ve tarım’ı kalkınma odaklarına alarak pek çok çalışmanın süregeldiğini biliyoruz. Bölgede “Gastronomi”, “Mozaik Yolu”, “İnanç”, “Mezopotamya”, “Mezopotamya’nın Altın Üçgeni”, “Unutulan Krallık Komagene” temalarında destinasyon tanıtımı ve yönetimi çalışmaları bulunuyor. Göbeklitepe ve Karahantepe’yi de düşündüğümüzde, GAP İdaresinin “Mezopotamya” projesinin kapsadığı diğer illerle birlikte dünyanın en önemli destinasyonları arasında sayılabilecek bir bölgeyi ifade etmiş oluruz.

Yaşanan depremle binlerce canımızı yitirmenin verdiği hüzün ve ekonomik kayıplarımızın meydana getirdiği zorlukları bir nebze gidermenin yolu ise bölgenin daha iyi yaşam şartlarına kavuşması için  “kalkınma” ve yeniden “canlanma” planlaması gündeme gelmektedir. Bilim, yaşadığımız yerleri yeniden ve depreme dirençli olarak tasarlamamız gerektiğini söylüyor. Diğer taraftan dünya iklim değişikliği nedeniyle de değişiyor ve doğal afetlerin sayısı ve şiddeti artarken bu eğilimin devam edeceği anlaşılıyor.  Depreme dirençli konutlar yapmayı ve yaşadığımız yerleri deprem ve benzeri afetler gerçeğini bilerek tasarlama anlayışını kültürel kod haline getirmeli ve buna uygun yaşamalıyız.

Bu noktada, yaşanan her türlü krizden en çok etkilenen sektörlerin başında gelen turizmin kriz yönetimi (öncesi ve sonrası) bilinen senaryolarla çalışılabilir. Ancak yaşadığımız depremin oluşturduğu sonuçlar ve sürecek etkileri nedeniyle bölgenin kalkınma modeli içinde turizmin “etkin” bir rol alması önemlidir. Turizmin yapısı gereği krizlerde edilgen konumu, kriz sonrası senaryoları da etkisine almakta ve turizmin etkin olarak kullanılma fikrini olumsuz etkilemektedir. Oysa alt yapı çalışmaları bitirilip hayatın normale dönmesiyle birlikte turizm kriz sonrası ekonomik canlanmanın en önemli destekçilerinde biri olabilir.

Öncelikle şunu unutmamak gerekir; turizm sektörü çok dayanıklıdır; hepimiz hayal kurarız ve hepimiz seyahat etmek isteriz.

Büyük yıkıma uğramış bir bölgenin tekrar ayağa kalkması ve hayata yeniden başlayabilmek için turizmden nasıl yararlanılabilir? Öncelikle tek bir kriz yönetim modeli olmadığını bilmeliyiz. Krizi bölgedeki sosyo-kültürel yapı ve yıkımın etkisi hesaba katılarak özgün bir politika geliştirilmelidir. Bunun yanında bilimsel teorilerden ve dünyada benzer yıkımlara uğramış bölgelerin başarı hikâyelerinden yararlanılmalıdır. Bu noktada, sadece turizm için değil ancak tüm yönetim için geçerli olabilecek PPRR (Prevention, Preparation, Response, Recovery) modeli çok pratik ve yararlı olabilir. Bu sürecin en önemli özelliği ise bütün sürecin “öğrenme” süreci olarak nitelenerek sürekli gelişimini belirtebiliriz. Bu basit model dahi hem doğal felaketlerden kaçınma hem de oluşacak kaybı en aza indirme noktasında faydalı olacaktır.

Yaşanan deprem sonrası turizm sektörünün çabuk bir şekilde kendine gelmesi mümkün değildir. Destinasyonun çekiciliği imajına bağlı olduğundan depremde büyük zarar gören imajı yerine getirmek zaman alacaktır. Bu da kriz yönetiminin önemli bir safhasıdır. Destinasyon imajının yerine gelmesi bölgenin altyapısının ne kadar çabuk onarılması ve depremin izlerinin silinmesiyle de büyük ölçüde ilişkilidir. Bu nedenle bölgedeki “yeniden canlandırma” çalışmalarının doğru ve etkili bir iletişimle sürekli olarak ulusal ve uluslararası kamuoyuna ulaştırılması önemlidir. Deprem bölgesi her ne kadar uluslararası turizm hareketinden büyük pay almıyor olsa da yaşanan depreme ilişkin dış basında ülkemizin imar uygulamalarına yönelik eleştirel yazı ve haberlerin yer almış olması ülke marka ve itibarına zarar verdiğinden ülkenin bu konudaki çağdaş politika ve uygulama revizyonlarının bölge özelinde ve ülke genelinde eyleme dönüştüğünün gösterilmesi önemli bir ödevimiz olarak önümüzde duruyor.

Bölgede deprem öncesinde turizme dair yakından takip ettiğim iki oluşum bölgenin “yeniden” canlandırılması için turizmin aktif olarak kullanmasında etkili olabilir düşüncesindeyim. Bu oluşumlar; GAP Bölgesi Turizm Odaklı Tanıtım ve Markalaşma Projesi ve Adıyaman Valiliği’nin Avrupa Birliği ile ortaklaşa yürüttüğü, Adıyaman’da Turizm Sektörünün Canlandırılması projesidir.

Bölgeyi dünyanın en önemli destinasyonlarından biri haline getirebilecek potansiyeli oluşturan değerlerini incelemek başka yazıların konusu olacak nitelikte zengin ve çeşitli olduğunu kabul edelim. Depremin yaşandığı 11 ilimizin ve genelde bölgenin kültürel değerleri, gastronomisi, müzik kültürü, Somut Olmayan Değerleri, UNESCO Dünya Mirası Varlıkları, Müzeleri, Ören Yerleri, Coğrafi İşaretli Ürünleri, Evrensel Değere Sahip Geleneksel Tarım Bilgisi ve Değerleri, Geleneksel Yaşam Kültürü, El Sanatları, Edebiyat Kültürü, İnanç Merkezleri öncelikle aklımıza gelen ve her biri evrensel kültürün vazgeçilmez unsurlarıdır.

Aslında, yaşadığımız depremle bir kere daha gündeme gelen konu “yer” ve “yerleşim” konularıdır. Bu konuyla ilişkili olarak da, “markalaşma”, “kalkınma”, “yaşam kalitesi”, “tasarım”, “kültür”, “kimlik” gibi konular üzerine de düşünmeliyiz. Toplum ile yer arasındaki ilişki, herkesin “evim” diyebileceği yer ile kurulan bağlantının gücü ile oluşur. Bu noktada kamu alanlarının önemi de ortaya çıkmaktadır. Deprem bölgesinde yeniden tasarlayacağımız kamu alanları ve şehir merkezlerinin sözü edilen insan ve yer ilişkisine olumlu katkı verecek ve toplumun birlikteliğine hizmet edecek düşünceyle ve geniş katılımcılıkla tasarlanmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşım turizm için de çok önemlidir.

Depremin oluşturduğu her türlü yıkımdan kurtulmak ve söz konusu şehirlerin dönüşümü için hep birlikte, herkesin yaşamak isteyeceği, ziyaret etmek için hayal kuracağı ve tabii ki yatırım yapmaya elverişli depreme dirençli şehirler tasarlanmalıdır. Eğer odağımız kalkınma ve refah oluşturma ise o zaman yeryüzünde hiçbir yerin orada yaşayan insanların katkısı olmadan kalkınamayacağı ve markalaşamayacağını da unutmamalıyız.

Turizmle ilgili olarak sözünü ettiğim iki proje ve deprem bölgesinde turizmi canlandırmak için gerçekleştirilen pek çok projenin bu defa deprem sonrası yeni bir vizyonla öncelikle deprem dirençli şehirler tasarlarken aynı zamanda bu şehirlerimizin kalkınmasında etkin rol alacak turizm destinasyon yönetimleri üzerine de düşünmeliyiz. Pek çok önemli projenin gerçekleştirilmiş olmasına rağmen söz konusu çabaların bugüne kadar bölgede istenen seviyede iç ve dış turizm hareketi uyandıramamış olmasının en önemli nedenlerinden biri olarak bütüncül bir bakışla uzun vadeli stratejileri uygulama eksikliği olduğu görülüyor. Bu anlamda önemli olduğunu belirtiğimiz iki projeyi de aynı kapsama dâhil edebiliriz.

Bu noktada bölgeye yönelik uluslararası iş birlikleri büyük fayda sağlayacaktır. Bölgenin kültür, çevre, turizm ve tarım özellikleri ile ilgili olarak UNESCO, UNWTO, UNEP, FAO, WIPO, OECD, EU gibi kuruluşlarla ortak projeler yürütülmeli, bu yönde söz konusu kuruluşların proje ve uzmanlık desteğini sağlamak için çalışılmalıdır.

Deprem nedeniyle karşı karşıya olduğumuz olağanüstü durumu bölgeye yönelik özel uygulamalarla gidermek adına Mahalli İdare Birlikleri model alınarak yasa ile –Mahalli İdare Birliklerinin şu ana kadarki uygulamalarından edinilen tecrübeyle pratikte yaşanan aksaklıkları giderecek yasal bir değişikliğe gidilebilir- özgün bir yapı kurulabilir. Bu yapı “Toplu Marka Yönetimi” görevini de yerine getirecek bir oluşum halinde tasarlanabilir. Şunu belirtmekte fayda var: Yaşanan depremin büyüklüğü ve etkileri hem düşünsel hem de eylemsel alanda radikal değişikliklere gitmemizi zorunlu kılıyor. Önceki uygulama ve alışkanlıklarla bu bölgede daha iyi bir yaşam kurmak ve gelecek planlarını gerçekleştirmek zor olacağından, önceki tecrübeler kullanılarak kurumsal anlamda ve uygulama alanında yeni tasarımların üzerine çalışılmalıdır. Bu durum turizm için de geçerlidir. Yaşadığımız acı tecrübe hepimizin daha iyi bir geleceğe odaklanmasına vesile olacaksa bilimi, tecrübeyi, ortak aklı ve kamu yararını öne çıkaran anlayışta uzun vadeli düşünmeyi ve çalışmayı içselleştirmeliyiz.

 

 

 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti...

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimiz...

Covid-19 Salgınının Turizme Etkileri

Daha önce benzeri olmayan bir olay… Daha düne kadar tüm ilgililer 2020’de turizm ve seyahat sektörünün yine başarılı bir yıl geçireceğini öngörüyor buna göre planlar yapıyordu. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), turizmde önceki senelerdeki kadar artış olmayacağını belirtmiş olsa da %4 büyüme beklentisini açıklamıştı. Özellikle son 10 yılda sektörler arasında en popüler olması hasebiyle tüm yüzlerin çevrildiği seyahat ve turizm sektörü yine başarılı geçecek bir yılın arifesindeydi. Herkesin keyfi yerinde gibiydi, ta ki Covid-19 ciddiyetini ortaya koyana kadar… İlk önce Çin’de görülen vakaları herkes yine SARS ve MERS gibi algılayıp, bölgesel ve kısıtlı zaman etkilerini gösterecek bir olay olarak gördü. Dünya Sağlık Örgütü 11 Mart günü resmî olarak Covid-19 Pandemisini ilan ettiğinde ilk korku da başlamış oldu. Artık dünya üzerindeki herkes yeni güne geçmiş yaşam biçimini dünde bırakarak uyanmıştı. Bu kuşağın yaşamadığı pek çok uygulama ardı sıra yaşamımıza g...