Ana içeriğe atla

Turist saymayalım, turizmi sayalım.

 


"Saymak" kelimesinin sözlükteki birinci anlamı: bir şeyin kaç tane olduğunu anlamak için sayısını bulmak. Bir anlamı da; özümsemek, hesaba katmak, dikkate almaktır.

Turizm gelirleri ilişkili olduğu destinasyonun dışına çıktığında bunun çeşitli etkileri olmaktadır; öncelikle yerel halk ve küçük işletmeler için daha az iş anlamına gelir. Bu nedenle turizmi ölçümlerken sadece turist sayıları ve turizm gelirleriyle yetinilmeyip sosyal, kültürel ve çevresel etkenlere (yaşam kalitesine) bakılmaktadır.

Bu durum literatürde genellikle “her şey dâhil” sisteminin sorgulanmasına yol açmıştır. Yapılan araştırmalara göre her şey dâhil paketlerinin gelirleri %40 ile %80 arasında değişen oranlarda destinasyonda kalmayıp havayolu, otel ve diğer uluslararası şirketlere gitmektedir. Günümüz iş yapış biçiminin bir sonucudur deyip bunu görmezden gelebiliriz ya da detaylı değerlendirmeler yaparak turizmden gerçek kazancın ne olduğunu araştırabiliriz. Bizim durumumuz %80 gibi uç bir noktada olmayabilir ancak nerede olduğumuzu bilmek ve bunu kamuoyuyla paylaşmak yararlı olacaktır.

Günümüzde sürdürülebilir turizm uygulamalarının merkezinde hep tartıştığımız konular bulunuyor; sorumluluk, yerel halkın yaşam kalitesi, çevre, kültür vb. Deyim yerindeyse “turizmin kaçağını” önlemek için sorumlu uygulamalara ve yeni bakış açılarına ihtiyacımız var.

Tıpkı kalkınmaya ilişkin tartışmalarda var olan, ekonomik büyüme mi? İnsani gelişme mi? tartışmasında olduğu gibi turizmin etkilerinin ve etkinliğinin ölçümlemesinde de yaşam kalitesi, mutluluk gibi kavramları etkileyen faktörlere doğru yöneliş bulunuyor. UNWTO ve Avrupa Birliği'nin istatistik ölçütleri sırf rakamlardan ziyade yeni kavramlarla genişletilme yolunda.

Sonuç olarak eski ihtiyaçlara göre tasarlanan kurumlar turizmi saymıyor, sadece turist sayıyor. Bu durumda, turizmi daha iyi anlamak için çeşitli etkenleri ölçümlemek yeni strateji ve yönetim anlayışının önünü açacaktır.

(bkz. https://irfanonal.blogspot.com/2023/06/surdurulebilir-destinasyon-yonetimi.html)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimiz...

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti...

Turizm soylulaştırması ve “Kimin şehri?" Sorusu.

Soylulaştırma, varlıklı kesimlerin göçü ve yatırımına bağlı olarak bir yerin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak dönüşmesidir. Sadece sonuçla ilgilenenler için olumlu bir şeydir çünkü çöküntü bölgelerinin yeniden imarı ve işlevlendirilmesi olarak görülür. Halbuki bu süreçte yerel halk yüksek kira ve yaşam maliyetiyle yerinden edilir; mahallenin karakteri değişir, sosyal yapılar çözülür. Kentte yaşayanların yerinden edilmesi, toplumsal ve kültürel erozyonu da beraberinde getirir. Fransız filozof Henri Lefebvre, Le Droit à la Ville (1968) eserinde “şehir hakkı”nı, piyasa güçlerine değil; kamusal, demokratik ve kolektif kullanım esasına göre şekillendirme hakkı olarak tanımlar . Özünde: şehir hakkı, kentin yalnızca metalaşmış ticarî alan değil, insanlar tarafından yaşanabilen, dönüştürülebilir bir mekân olması gerektiğini savunur; kullanım değeri, değişim değerinden önemlidir. Kentliye sadece yaşayan değil, kentine müdahale edebilen, onu yeniden üretebilen aktif bir özne olarak bakar. (...