Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağaçların dehası…Harriet Rix’in kitabı üzerine inceleme; Ağaçlar dünyayı nasıl yönetir?

En son ne zaman bir ağaca “teşekkür ederim” dediniz? Belki de bunu daha sık yapmalıyız. Çünkü onlara, farkında olsak da olmasak da, her şeyimizi borçluyuz: Soluduğumuz havayı, bastığımız toprağı, hatta hiç akla gelmeyen ayrıntıları… Parmak izlerimizin kıvrımlarını, bedenimizin duruşunu ve belki de rüyalarımızı bile onlara… Britanyalı ağaç bilimi danışmanı Harriet Rix, yeni kitabında ağaçları doğanın büyüleyici bir gücü olarak sunuyor; zamanla “dünyayı büyük bir güzellik ve olağanüstü çeşitlilikle dokunmuş” bir yer haline getiren bir güç olarak. Peki ağaçlar bunu nasıl başardı? Ve gerçekten “deha”ya sahip oldukları söylenebilir mi? Eğer hayatın yüz milyonlarca yıl önce denizden karaya çıkışını hayal edecek olursak, gözümüzün önünde muhtemelen Geç Devoniyen döneminde sığlıklardan kendini dışarı atan, insan boyunda, gevşek yüzgeçli bir balık olan Tiktaalik canlanır. Oysa asıl evrimsel “eureka” anı, belki de çok daha öncesinde, şanslı bir yeşil algin Kambriyen kıyısına vurup ölümcül U...

Kent kültürdür: İnsanın, yaptığı, ettiği ve yaşadığı yer

Kültür, insanın yaptıkları ve ettikleridir. Bu tanım, kent olgusunu anlamanın da güçlü bir çıkış noktasıdır. Çünkü kent, yalnızca binaların, yolların ve altyapının toplamı değil, insanın mekânla kurduğu tarihsel, toplumsal ve kültürel ilişkinin somutlaşmış halidir. Başka bir ifadeyle, kent insanın yaptığı, ettiği ve birlikte yaşadığı bir kültürel alan olarak varlık bulur. Kentleri insanlar inşa eder; ancak zamanla kentler de insanları biçimlendirir. Gündelik alışkanlıklarımız, sosyal ilişkilerimiz, hatta hayallerimiz bile yaşadığımız kentin ritmiyle şekillenir. Dar sokaklı, mahalle ilişkilerine dayalı bir kentte komşuluk ve aidiyet duygusu güçlenirken, gökdelenlerle çevrili, araç trafiğine teslim olmuş bir kentte hız, anonimlik ve bireyselleşme ön plana çıkar. Bu nedenle kent, sadece fiziksel bir yerleşim alanı değil, aynı zamanda toplumsal bir organizasyon ve kültürel bir üretim alanıdır. İnsanlık tarihi boyunca kentler önce barınma ve korunma gibi temel ihtiyaçlar doğrultusunda or...

Yoksullaştıran Büyüme ve Türkiye Turizmi: Bir Paradoksun Anatomisi (Kısaca)

Türkiye ekonomisinin lokomotif sektörlerinden biri olan turizm, son yıllarda ciddi bir büyüme performansı sergiledi. 2023 yılında Türkiye’ye gelen turist sayısı 50 milyonun üzerine çıktı, döviz gelirleri rekor seviyelere ulaştı. Ülke, 2025’te en fazla turist alan 4. Ülke konumuna erişti (UN Tourism). Ancak bu büyüme, toplumsal refahı artırmakta neden sınırlı kaldı? Neden turizm bölgelerinde yoksulluk, gelir eşitsizliği, turizm soylulaştırması ve çevresel tahribat devam ediyor? Bu soruların cevabı, iktisat literatüründeki çarpıcı bir kavramda gizli: yoksullaştıran büyüme. Yoksullaştıran Büyüme Nedir? İktisatçı Jagdish Bhagwati tarafından kuramlaştırılan yoksullaştıran büyüme (immiserizing growth) kavramı, bir ekonominin büyürken aynı zamanda toplumun genel refahını azaltmasını ifade eder. Yani, makro ölçekte artan üretim ve gelir, mikro düzeyde yoksulluğu azaltmak yerine derinleştirebilir. Bu paradoks, özellikle dışa bağımlı, düşük katma değerli sektörlerde ve çevresel, sosyal sürd...

Eski Dünyanın Turizmi: Türkiye’nin yapısal sınırları ve Turizm’in kapanı

Türkiye ekonomisinin son on yıllarda içinde bulunduğu “orta gelir tuzağı”, aslında bir sonuçtur; ülkenin yapısal dönüşüm kabiliyetinin sınırlarını ve sermaye birikim modellerinin süreklilik krizini işaret eder. Bu sınırlar yalnızca sanayi, finans veya iş gücü piyasalarıyla sınırlı değildir. Turizm sektörü, ülkenin büyüme stratejilerinde zaman zaman “can simidi” olarak görüldüğü halde, kendi içinde ciddi bir yapısal tıkanma barındırır. Bu yazı, Türkiye’nin 1970’lerden bu yana izlediği politik ekonomi çizgisinin turizmi nasıl şekillendirdiğini analiz ederken, günümüz yeni kapitalizm çağında neden bu sektörün “eski dünyanın turizmi” olarak kaldığını tartışmayı amaçlamaktadır. Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları, esasen ithal ikameci modelin sınırlarına ulaşmasıyla 1970’lerde netleşmeye başlamıştır. Devletçi sanayileşme stratejileri, içeride talep yaratma ve dışa bağımlılığı azaltma amacıyla başlamış olsa da, teknoloji üretimi ve verimlilik artışları gibi uzun vadeli dönüşümler ger...

Turizm soylulaştırması ve “Kimin şehri?" Sorusu.

Soylulaştırma, varlıklı kesimlerin göçü ve yatırımına bağlı olarak bir yerin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak dönüşmesidir. Sadece sonuçla ilgilenenler için olumlu bir şeydir çünkü çöküntü bölgelerinin yeniden imarı ve işlevlendirilmesi olarak görülür. Halbuki bu süreçte yerel halk yüksek kira ve yaşam maliyetiyle yerinden edilir; mahallenin karakteri değişir, sosyal yapılar çözülür. Kentte yaşayanların yerinden edilmesi, toplumsal ve kültürel erozyonu da beraberinde getirir. Fransız filozof Henri Lefebvre, Le Droit à la Ville (1968) eserinde “şehir hakkı”nı, piyasa güçlerine değil; kamusal, demokratik ve kolektif kullanım esasına göre şekillendirme hakkı olarak tanımlar . Özünde: şehir hakkı, kentin yalnızca metalaşmış ticarî alan değil, insanlar tarafından yaşanabilen, dönüştürülebilir bir mekân olması gerektiğini savunur; kullanım değeri, değişim değerinden önemlidir. Kentliye sadece yaşayan değil, kentine müdahale edebilen, onu yeniden üretebilen aktif bir özne olarak bakar. (...

Bir de böyle düşünmek mümkün: Turizmin Krizi Derinleşiyor…

Bu yazıyı son zamanlarda turizmle ilgili yaşadıklarımızı ve toplumun gündemini oluşturan konuları baz alarak kaleme aldığımı belirtmeliyim. Açık kaynaklar tarandığında turizme yönelik eleştirel bir tavrın arttığı görülüyor. Bu nedenle ‘her iyiliğin kaynağı olarak görülen turizm’ anlayışının karşısında farklı bir bakış açısını da göstermekte fayda var. Akademide son yıllarda, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde, turizme eleştirel bakış yükseliyor. Eleştirel bakış turizm kapitalizmini tüm yönleriyle değerlendirirken özellikle sosyal etkilerin üzerinde ayrıca durmakta. Aşağıda genel anlamda bu görüşlere değiniyorum. Bu tartışma, problemlerimizi çözüp ihtiyaçlarımızı karşılamamızda olumlu bir yöne evrilmemize katkı sağlayacaktır. Türkiye’nin turizm serüveni 1970’li yıllardan itibaren, Dünya Bankasının da desteğiyle, devlet-sermaye işbirliğiyle şekillenen bir kalkınma stratejisinin parçası olarak başladı. İlk etapta döviz girdisi sağlamaya yönelik bir araç olarak kurgulanan turizm, z...

Değişime ne kadar hazırız? (Küreselleşmenin tersine dönmesi)

Dünya, Amerikan Başkanının politikaları ile oldukça meşgulken zihinlerdeki soru ise; yeni bir sistem mi geliyor?.. Artık anlamış bulunuyoruz ki, “küreselleşme” egemen düzenin kendisi için kurduğu ve dünyaya hakim kıldığı bir araçtı ve şimdilerde yaratıcısı tarafından yok edilmeye çalışılıyor, tıpkı Dr. Jekyll ve Bay Hyde arasındaki ilişki gibi…Ancak Çin küreselleşmenin “yaramaz çocuğu” çıktı ve oyunu bozdu. Şimdi ise, düzenin egemenleri küreselleşmeyi tersine döndürmeye uğraşıyorlar… Elbette şu an tartıştığımız sistemin popüler çıktılarından biri de bu yazının konusunu oluşturan turizm endüstrisidir. Amacımız bir sendrom olarak turizmi tartışmak değil ancak ne olduğu ve bundan sonra ne olacağı konusunda konuşmanın, en azından, belirtilerini yaşadığımız değişimi anlamaya çalışmak bakımından yararlı olacağını düşündüm. Küreselleşme, 80 sonrasına damgasını vuran ekonomik, kültürel ve sosyal dönüşümlerin temel itici gücü olarak turizm sektörünü de derinden etkilemiş, -şekillendirmiştir. U...