Türkiye ekonomisinin son on yıllarda içinde bulunduğu “orta gelir tuzağı”, aslında bir sonuçtur; ülkenin yapısal dönüşüm kabiliyetinin sınırlarını ve sermaye birikim modellerinin süreklilik krizini işaret eder. Bu sınırlar yalnızca sanayi, finans veya iş gücü piyasalarıyla sınırlı değildir. Turizm sektörü, ülkenin büyüme stratejilerinde zaman zaman “can simidi” olarak görüldüğü halde, kendi içinde ciddi bir yapısal tıkanma barındırır. Bu yazı, Türkiye’nin 1970’lerden bu yana izlediği politik ekonomi çizgisinin turizmi nasıl şekillendirdiğini analiz ederken, günümüz yeni kapitalizm çağında neden bu sektörün “eski dünyanın turizmi” olarak kaldığını tartışmayı amaçlamaktadır.
Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları, esasen ithal ikameci modelin sınırlarına ulaşmasıyla 1970’lerde netleşmeye başlamıştır. Devletçi sanayileşme stratejileri, içeride talep yaratma ve dışa bağımlılığı azaltma amacıyla başlamış olsa da, teknoloji üretimi ve verimlilik artışları gibi uzun vadeli dönüşümler gerçekleşememiştir.
1980’lerde neoliberal dönüşüm başlatılmış, ihracat teşvik edilmiş, sermaye hareketleri serbestleştirilmiş, ancak bu dönüşüm de üretken yapıları yeterince dönüştürememiştir. Neoliberal model, Türkiye’yi yüksek katma değerli üretim yerine emek-yoğun ve kaynak-yoğun sektörlere mahkûm etti.
Bugün gelinen noktada Türkiye, dijital, veri tabanlı ve yenilik odaklı ekonomi formasyonlarına geçişte ciddi zorluklar yaşamaktadır. Eğitim sistemi, kurumsal yapı, hukuk güvencesi, AR-GE kapasitesi gibi alanlardaki sorunlar, bu dönüşümü neredeyse olanaksız hale getirmektedir. Ülkenin merkez ülkelerle arasındaki fark gittikçe açılırken adeta çevre ülke hapsinde kalmaya mahkum olmuş gözükmektedir. Bu gidişat, yeni paradigmaya ayak uyduramamak, ülkeler kategorisinde seviye düşmekle sonuçlanabilir. Tabi ki bu turizmde de paralel bir sonuç yaratacaktır.
1970’lerden Günümüze Turizmin Yapısal Seyri
İthal İkameci Model Döneminde Turizm (1950’ler–1970’ler)
1950’lerden itibaren planlı kalkınma döneminde turizm, daha çok döviz kazandırıcı bir araç olarak görülmüş, ancak üretim zincirine entegre olmayan, çoğu zaman “ekstra gelir” mantığıyla ele alınan bir sektör olmuştur. Devlet Planlama Teşkilatı’nın 1. ve 2. Beş Yıllık Kalkınma Planları’nda turizm önem arz etse de, yapısal dönüşüm hedefi değil, tamamlayıcı bir gelir kalemi olarak ele alınmıştır. Nitekim o yıllarda Dünya Bankası ile hem fikir olunan durum: “Türkiye Doğu Akdenizde önemli bir turizm potansiyeli barındırıyor” olarak belirlenmişti. Ülke, Dünya Bankasının turizm gelişimi için kredi programına aldığı ülkeler arasında bulunuyordu.
Neoliberal Dönemde Turizmin Genişlemesi (1980’ler–2000’ler)
1980 darbesi sonrasında Türkiye’nin küresel ekonomiye eklemlenme süreci hızlandı. Bu süreçte turizm sektörü de dışa açıldı, kıyı bölgelerinde büyük ölçekli yatırımlar teşvik edildi. Ancak bu büyüme:
Yabancı sermayeye dayalı,
Kitle turizmine bağımlı,
Mevsimsellik ve düşük gelir tuzağına sıkışmış,
Doğal kaynakları hızla tüketen bir model olarak gelişti.
Yapısal anlamda, turizm sektörünün yenilikçilik kapasitesi sınırlı kaldı. Turizm hizmetleri, düşük katma değerli, emek yoğun biçimlerde üretildi. Nitelikli işgücü yaratımı ve yerel kalkınma ile bağları zayıf kaldı.
Yeni Yüzyılda Ekonomi Karşısında Turizmin Sınırları
21. yüzyılda kapitalizmin yeni bir evresine tanıklık ediyoruz: (genel olarak) yeni kapitalizm. Bu yeni paradigma; veriye, yapay zekâya, dijital içeriğe ve yaratıcı emeğe dayalı bir değer üretim biçimi öne çıkarıyor. Ancak Türkiye turizm sektörü bu dönüşümle senkronize olamadı.
Bugün de:
Destinasyon markalaşması hâlâ kamu politikalarına dayanıyor, girişimcilik zayıf.
Yenilikçi turizm ürünleri sınırlı kalıyor.
Sektördeki dijitalleşme, yalnızca pazarlama düzeyinde yüzeysel kullanımlarla sınırlı.
Platform kapitalizmi (Airbnb gibi) karşısında yerel aktörler savunmasız.
Sonuç olarak, Türkiye’nin turizm modeli, “eski dünyanın” sanayi-sonrası modeline dayalı, kaynak tüketen ama yaratıcı olmayan bir model olarak kaldı.
Yapısal Paralelellik: Turizm ve Türkiye Ekonomisi Aynı Tuzakta
Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu orta gelir tuzağı, aslında turizmin de içinde sıkıştığı tuzaktır:
Türkiye Ekonomisi Turizm Sektörü
Yüksek teknolojiye geçememe Yüksek katma değerli ürün geliştirememe
Düşük verimlilik Mevsimsellik ve emek yoğun yapı
Kurumsal güvensizlik Plansızlık ve kısa vadeli teşvikler
Bilgi üreten yapıların gerisinde kalma Dijital turizm dönüşümünü gerçekleştirememe
Turizm sektörü, bu açıdan bir ayna işlevi görür. Türkiye’nin büyüme modelinin yapısal sorunları, turizmin sınırlarında kristalleşmiştir. Ne planlamacı kalkınmacılık, ne de neoliberal pazar mantığı turizmi kalıcı biçimde dönüştürebilmiştir.
Sonuç: “Yeni Turizm”e Geçiş İçin Yapısal Reform Şart
Bugün, küresel turizm artık “veri tabanlı, deneyim odaklı, sürdürülebilir, yaratıcı” nitelikler taşımaktadır. Türkiye ise hâlâ betona dayalı, düşük ücretli, mevsimsel, dövize bağımlı bir turizm modelini sürdürmektedir. Bu da yalnızca turizmin değil, bütüncül kalkınma paradigmasının dönüşememesiyle ilgilidir.
Türkiye, turizmde bir sıçrama yapacaksa, bu sadece tanıtım kampanyaları ya da teşviklerle değil; yeni bir politik ekonomi vizyonu, kurumsal kapasite artışı ve bilişsel üretimi önceleyen kalkınma stratejileriyle mümkün olabilir.
Aksi halde, Türkiye’nin turizmi çağından uzaklaşarak “eski dünyanın modeli” olarak kalacaktır. İyileşmeye ise öncelikle turizmi alkışlamaya son verip eleştirel bir bakış kazandığımızda başlayabiliriz..
Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti...
Yorumlar
Yorum Gönder