“Kentlerdeki kaynakların dengesiz dağılımıyla ortaya çıkan ekonomik sömürüye karşı toplumsal sınıfların tepki göstermesi kentsel toplumsal hareket olarak adlandırılmıştır… 1968 yılında, sanayi toplumunun ve ekonomik düzenin sorgulanmasıyla başlayan ve 70’li yıllarda çevre, kadın, gençlik, anti-militarist ve nükleer enerji karşıtı hareketlerin hız kazanmasıyla kapitalist ekonomik sisteme ve siyasal düzene karşı eylemlerin mekanı kentler olmuştur. Küreselleşme süreciyle uygulanan yeni sağ politikaların kentler üzerindeki mekânsal, ekonomik, toplumsal-kültürel ve yönetsel etkileri bu hareketleri daha da canlandırmıştır. Kentsel toplumsal hareketlerin odaklandığı konular dönemin ilişkilerinden, ideolojik ve siyasal yapılarından etkilenmektedir.” (Keleş & Mengi, 2021, Kent Hukuku, s. 81–82)
Bu açıklama, kentsel toplumsal hareketlere tarihsel ve mekânsal zemin kazandırırken, küreselleşme ve neoliberal dönüşümlerin kent üzerindeki etkisinin de fark edilmesini sağlıyor. Öte yandan günümüzde, kentlerde yaşanan “aşırı turizme karşı protestolar” da bu geleneğin bir devamı olarak okunabilir. Londra’dan Barcelona’ya, Venedik’ten Dubrovnik’e birçok kentte, yerel halk turizmin “ideallerle değil, sermaye ve tüketim odaklı dönüşümlerle” kenti ele geçirmesine tepkili. Aşırı turizm, sadece ekonomik değil; toplumsal, kültürel ve mekânsal düzeyde de kentli haklarına saldırı olarak kabul ediliyor.
Tarihsel süreç bize göstermiştir ki, kapitalist ekonomik sisteme ve onun sonucu olan toplumsal yapıya ve siyasal düzene karşı eylemlerin mekanı kentler olmuştur. Küreselleşme süreciyle uygulanan yeni sağ politikaların kentler üzerindeki mekansal, ekonomik, toplumsal, kültürel ve yönetsel etkisi bu hareketleri daha da canlandırmış ve çeşitlendirmiştir.
Bu durum, kentsel toplumsal hareketlerin özünü oluşturan ortak değerlere sahip çıkma, yaşayan kent talebi ve kentli kimliğinin savunusu gibi dinamiklerle aynı eksende hareket ediyor. Bugünün protestoları, turizm aracılığıyla küresel sermayenin kent üzerindeki müdahalesine, yerel kültür ve yaşam hakkına karşı bir kaynaşma tepkisidir. Böylelikle, girişte yer alan açıklamanın tarihsel, ideolojik ve siyasal bağlamın kentsel hareketlere yön verdiği gerçeği, çağımızda turizmin yarattığı sorunlara karşı yeniden belirgin hale geliyor ve bunun kır-kent ayrımı da bulunmuyor...
Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti...
Yorumlar
Yorum Gönder