Ana içeriğe atla

Turizm iletişiminin oryantalizmle sınavı…

 

Oryantalizm, Batı dünyasının bir kavramı yani Batı’nın kendisini tanımlarken ürettiği ve Doğu dünyasını konumlandırdığı bir yaklaşım. Özellikle Edward Said’in Oryantalizm adlı kitabının yayımlanmasının ardından 19. yüzyılda Batılı entelektüellerin birçok çalışmasında Doğu dünyası oryantalist yaklaşımla tasvir edilmiştir.

Oryantalistler Batı'yı yüceltmekte ve Doğu’yu da gelişmemiş, ilkel, sömürülmeye ve yönetilmeye muhtaç olarak nitelendirmiştir. Bir bakıma Batı “efendi”, Doğu ise “köle”dir veya “öteki”dir.  Bu anlayışın etkileri belli oranda günümüzde de çeşitli formlarda devam ediyor. Söz konusu durum sadece Batı’nın inanmak isteyerek sürdürdüğü bir anlayış değildir, Doğu dünyasının da zaman zaman gönüllü olarak benimsediği ve kendisini bu şekilde konumlandırdığı da görülmektedir.

Günümüzün küresel anlayışında belki oryantalist yaklaşımın etkisini kaybettiği ya da çağ dışı kaldığı iddia edilebilir. Ancak konumuz olan turizm ve buna bağlı yürütülen iletişim çalışmalarında oryantalist bakış açısının etkilerini hala görmek mümkün. Bu arada turizmi oryantalizmin bir aracı olarak gören görüşler de azımsanmayacak düzeydedir. Burada amacımız, tartışacağımız konuyu turizm iletişimiyle sınırlı tutmak ve bunun üzerinden turizm iletişiminde stratejinin önemine vurgu yapmaktır.

Turizm yeni gelişen ve özellikle 1950’li yıllardan sonra yükselmeye başlayan bir endüstri olarak az gelişmiş ve kalkınmakta olan ülkeler bakımından “döviz ihtiyacını giderici”, “bacasız sanayi” gibi mottolarla kalkınmaya yardımcı olarak konumlandırılmıştır. Özellikle “kitle turizmi” bu anlayışın taşıyıcısı olmuştur. Bu nedenle turizmden pay almak isteyen pek çok Doğulu (Kuzey Afrika, Orta Doğu, Asya) destinasyonun kendisini tam da oryantalist bakışa uygun olarak konumlandırdığını görebiliriz. Bu duruma sebep olarak Doğu destinasyonlarının turizme form verilirken edilgen konumda olmalarını ifade etmek gerekir. Bunlar arasında özellikle Batı’nın  Mısır’ı 19. yüzyıldan itibaren kültleştiren “Egyptomania” akımını ve bunu turizm yoluyla metalaştırmasını da ayrıca not edelim. Hatta Doğu’nun misafirperverlik anlayışının oryantalizme malzeme yapıldığı zamanlar da olmuştur.

Her ne kadar oryantalizm ve turizm ilişkisinde kitle turizmi bağlamında bir etkileşim görsek de küreselleşmeyle beraber form değiştiren turizm endüstrisinin özellikle alternatif turizm çeşitleri arttıkça ve turizmde destinasyonlar etkin olarak deneyim odaklı bir arz oluşturdukça yukarıda bahsedilen “öteki” kavramının zayıfladığını da söylemek mümkün. Bu durum, çelişkili bir şekilde, turizmin belki de kendini doğuran sebeplerinden koparak gerçek anlamda empati, barış ve kültürel korumaya aracı olmasının yolunu da açacaktır.

Bu çerçevede, turizm iletişimimizin yaklaşımını da irdeleyip bundan sonraki çalışmalara ve akademik araştırmalara yardımcı olması amacıyla düşüncelerimizi belirtebiliriz.

Kültür ve Turizm Bakanlığı kurulduğu günden beri (1963) turizm iletişimi faaliyetlerini sürdürmektedir. Söz konusu faaliyetler uluslararası alanda yapılan çalışmalar da gözetilip örnek alınarak belirli aşamalardan geçmiş ve günümüzdeki seviyeye ulaşmıştır.

Batı dünyasının bizim coğrafyamızı merakı ve tasvir çalışmaları uzun süreden beri olagelmiş ve 19. yüzyılda da oryantalist yaklaşımın etkisinde yoğunlaşmıştır. Bu tasvirlerde bir “merak” güdüsü olmakla beraber “az gelişmişlik” ve “ilkellik” vurgusu da hissedilir.

Turizm endüstrimizin kurumsallaşmaya başladığı 60’lı ve 70’li yıllarda Batılıların çoğunlukta olduğu turistlerin bizi “otantik” olarak nitelemelerinde de oryantalizmin uzantılarını o yıllardaki kitap, broşür v.b. tanıtım materyallerinde görebiliyoruz.

Kitle turizminin ülkemizde kurumsallığını artırdığı 90’lı ve 2000’li yıllarda tanıtım ve iletişim çalışmalarının da turizmin önemli bir unsuru olarak yoğunlaştığını ve sistematik hale geldiğini söylemeliyiz.

Son söz olarak; turizm diplomasisinin ve bununla bağlantılı turizm tanıtım ve iletişim faaliyetlerinin doğru tanımlanmış kimliğimiz ve hedeflerimizi içerecek şekilde güçlü stratejiler uyarınca uygulamaya geçirilmesi önemlidir. Aksi taktirde, belirlenmiş ve hem fikir olunmuş stratejilerin yokluğunda turizm iletişim faaliyetlerimiz bizi yansıtmayacak ve büyük oranda başkalarınca bize giydirilmiş kimlikler ve yaklaşımlara hatta oryantalist anlayışa maruz kalacaktır.

Turizm iletişimin yakın tarihi üzerine bir yorum:

Türkiye’nin Akdeniz çanağında kitle turizminin önemli destinasyonlarından biri olacağı 2000’li yılların başı itibariyle anlaşılmaya başlandı. 2002 yılında 13 milyon yabancı ziyaretçinin büyük çoğunluğu resort bölgelerini ziyaret etmişti. Böylece 1970’lerin başında hayali kurulan ve bu yönde çalışmaları başlatılan turizmle ilgili hedeflere 1982 yılından sonra özellikle yeni Turizm Teşvik Kanunu ile birlikte ulaşılmaya başlandığı görüldü.

Bu duruma paralel olarak hedef pazarlar başta olmak üzere tanıtım, pazarlama faaliyetleri de sistematik hale geldi. Söz konusu tanıtım kampanyaları kapsamında ülkemizin iletişimini temsil edecek bir logo tasarımı da yapılmış ve o güne kadar Bakanlığın logosu olan lale çiçeği yeni dizayn ile ülke logosu olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bütün bunlar ülke olarak turizm adına bir konsantrasyonun da göstergeleridir. Bu süreçte turizm iletişiminde dikkati çeken konu ise “Bizi yanlış tanıyorlar.” söylemine karşı kendimizi doğru tanıtma çabasıdır. Bunun ne kadar doğru yapıldığı bir başka tartışma konusudur. Yurt dışında ülkemizi tanıtmak için 2000’li yılların başında üretilen kısa filmlerdeki tema ve imgeler aslında bir bakıma oryantalist etkileri de barındırıyordu. İletişim çalışmalarında bir türlü strateji ve koordinasyonu sağlayamayıp sıkıştığımız her durumda da kısa vadeli çözümlere başvurmak genel davranış kalıbımız oldu. İletişim alanının en önemli gereği olarak kendi tanımımızı yapma ve buna dayalı eylemleri yetkin, sürekli bir hale getirme noktasında eksiklerimiz mevcuttu. Bugün hala bu eksiği tam olarak giderebilmiş değiliz.

Turizm özel sektörü de kendi pazarlama faaliyetlerini sürdürmekle beraber bu alanda çok yetkin işlerin çıkması da beklenemezdi. Çünkü ülke olarak henüz yolun başındaydık, diyebiliriz. Bu alanda tecrübe ve birikim çok ama çok önemli. Kurumların ve anlayışın yetkin işler çıkarması bir süreç gerektiriyor. Bu çerçevede düşündüğümüzde gerek yurt içinde gerekse yurt dışında Bakanlığın öncülüğünde ülke bir tecrübe biriktirmiş ve buna paralel olarak da özel sektör ayrıca yetkinleşmeye başlamıştır. Bu durum örneklerle sabittir. Turizmin olmazsa olmaz ilkesi olan kamu, özel ve sivil inisiyatif birlikteliği ise bu dönemde defakto olarak işlemiş ve çeşitli kurumsallıklar da kazanmıştır. Şunu kolaylıkla söyleyebiliriz: Turizm tecrübemizle ilgili olarak bu alanı sadece kamunun yönetemeyeceği, yönetişimin ise şart olduğu pek çok defalar iyi örneklerle test edilmiştir. Bunun tam tersini söylemek de hayalcilik olur. Turizm endüstrisi, özel sektör faaliyeti olarak sadece sektör tarafından yönetilemeyecek kadar karmaşık ve zor bir alandır.

Tekrar konumuza dönecek olursak turizm iletişim faaliyetlerinde oryantalist izleri tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmamıştır. Bunun nedeni ise, yukarıda değindiğim gibi tüm paydaşlarca hatta ülkece kabul edilmiş ve onaylanmış bir iletişim stratejisi ve eylemi ortaya koyamamaktan kaynaklanmaktadır. Öte yandan bu süreç ülkeye ve ilgili kurumlara çok önemli bir tecrübeyi de kazandırmıştır. Özellikle ülkemizin 2000’li yılların birinci on yılında göstermiş olduğu performans her alanda tatmin edici olmuş, evrensel itibar ve görünümü artırmıştır. -Bütün bu süreç zaten bir itibar yönetimidir- Bu durumdan en çok faydalanan sektörlerin başında ise turizm gelmiştir. Bölgesinin parlayan yıldızı Türkiye kendi hikâyesini dünyaya anlatmayı başarmış ve bu da dünyada ilgi görmüştür. Böylelikle turizmde bir üst lige çıkılarak artık paradigma değişiminin zamanının geldiği de anlaşılmıştır. Yazıda söz konusu gelişmelerin sadece iletişim çalışmalarına yansıması irdelendiğinden turizmin yapısal ve örgütsel konularına değinmeyeceğim.

Bu aşamada, Bakanlıkça 2014 yılında söz konusu yıllarla ilgili olarak ülkenin hikâyesini anlatacak, iletişim alanında bir marka oluşturma, böylelikle strateji ve koordinasyona dikkat çekerek turizm iletişiminde sürekliliği sağlamak amacıyla “Home of” projesine başlanmıştır.

“Turkey Home” ana çatısı altında “Home of” projesinin stratejisi kendi kimliğimizi doğru tanımlayarak değerlerimizi günün koşullarına uygun araçlarla samimi olarak anlatmak üzerine kurulmuştur. Proje kapsamında ilk defa sosyal ve dijital medyada varlık oluşturularak uluslararası iş birlikleri ve yoğun içerik üretimleriyle bilinilirlik kazanılmaya başlanmıştır. Ana amaç ülkemizle ilgili doğru içeriklerin ve anlatımın üretilip yayılmasını sağlayarak itibar yönetimine katkı sunmak ve sektöre de dijital dönüşüm için öncü olmaktı. Bu projenin detayları bu yazının konusu olmadığından burada sadece projenin stratejisinde oryantalist bakış açısını gidermenin de olduğunu vurgulamakla yetineceğim. Proje kapsamında söz konusu amacın %100 başarıldığını söylemek mümkün değildir ancak bu yönde sistematik olarak bir yaklaşım gösterilmiştir. Projenin etkin olduğu 2014-2019 yılları arasında yüzlerce uluslararası faaliyet, binlerce içerik, milyonlarca sosyal medya etkileşimi ve milyarlarca dijital görünüm sağlanmıştır.

Bu örnekte iletişim çalışmalarının mutlaka doğru tanımlar üzerinden geliştirilmiş stratejilere dayanması gerektiği, sürdürülebilir olması ve sadece reklam olarak algılanmasının yanlışlığı ortaya konmuş oldu. Söz konusu proje sadece 5 yıllık bir süreci değil yakın tarih açısından 20 yıl ve öncesinde de 70’lerin başına kadar giden bir birikimi temsil etmektedir.

Günümüze geldiğimizde tüm bu sürecin sonunda Bakanlık ve özel sektör birlikteliğinin kurumsallaştığını ve hukuksal alanda da var olduğunu görmek ülkemiz açısından değerli bir oluşumdur. Gelinen aşamada turizm endüstrimizin bulunacağı yer kesinlikle en tecrübelilerin ve en yetkinlerin olduğu seviye olmalıdır. Bu da ancak doğru turizm stratejisi ve bunu işler kılacak etkin turizm yönetişimi ile gerçekleşecektir.

 

 

 

 

Kaynakça:

Oryantalist İmgelemde Turizm Söylemi, Semra Aktaş Polat, Serkan Polat, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/309383

https://www.academia.edu/36689307/TURKEY_HOME_KAMPANYASI_%C3%96RNE%C4%9E%C4%B0NDE_SOSYAL_VE_D%C4%B0J%C4%B0TAL_MEDYANIN_TUR%C4%B0ZMDEK%C4%B0_ROL%C3%9C

https://medium.com/@irfanonal/bir-tan%C4%B1t%C4%B1m-markas%C4%B1-projesi-turkey-home-542824058bae

KTB 2014 İdari Faaliyet Raporu S. 210-240 https://sgb.ktb.gov.tr/Eklenti/40020,2014-idare-faaliyet-raporu-13042015pdf.pdf?0

KTB 2015 İdari Faaliyet Raporu S. 226-257 https://sgb.ktb.gov.tr/Eklenti/44841,bakanligimiz-2015-yili-idare-faaliyet-raporu.pdf?0

Tanıtma Bülten, Sayı 1-18, https://tanitma.ktb.gov.tr/TR-133989/tanitma-genel-mudurlugu-bulteni.html

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti

Sud de France örneğinde Kolektif Markalar ve Yerel Kalkınma

  Yöresel Ürünler ve Coğrafi İşaretler Türkiye Araştırma Ağı (YÜciTA) ile Muğla Ticaret ve Sanayi Odası tarafından 20 Ekim 2023 günü gerçekleştirilen Muğla Uluslararası Coğrafi İşaretli Ürünler Zirvesinin odak konusu, coğrafi işaretler, gastronomi ve turizmden ilham alarak, yöresel markaların kolektif yönetimi ve kalkınmaya desteklerinin sağlanmasıydı. Söz konusu zirve kapsamında, ülkemizde coğrafi işaretler ve turizmin ortak problemi ve ihtiyacı olan yönetim/yönetişim konularının çözümüne ilişkin iyi bir örnek olarak gördüğümüz Sud de France (SdF) ile ilgili sunumu Bölge Danışmanı M. Rene Moreno gerçekleştirdi, aşağıda SdF’ye ilişkin verilen bilgiler Sayın Moreno’nun sunumundan derlenmiştir. İnsanlığın yaşadığı Covid-19 salgının etkilerini sürdürdüğünü söyleyerek konuya başlamanın doğru olacağını düşünüyorum. Özellikle “Yeni Normal” olarak adlandırılan gelişmeler aslında değişen düşünce yapısı ve yeni değerlere işaret ediyordu. O günlerde turizm ile ilgili yazılarımda destinasyonl

Covid-19 Salgınının Turizme Etkileri

Daha önce benzeri olmayan bir olay… Daha düne kadar tüm ilgililer 2020’de turizm ve seyahat sektörünün yine başarılı bir yıl geçireceğini öngörüyor buna göre planlar yapıyordu. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), turizmde önceki senelerdeki kadar artış olmayacağını belirtmiş olsa da %4 büyüme beklentisini açıklamıştı. Özellikle son 10 yılda sektörler arasında en popüler olması hasebiyle tüm yüzlerin çevrildiği seyahat ve turizm sektörü yine başarılı geçecek bir yılın arifesindeydi. Herkesin keyfi yerinde gibiydi, ta ki Covid-19 ciddiyetini ortaya koyana kadar… İlk önce Çin’de görülen vakaları herkes yine SARS ve MERS gibi algılayıp, bölgesel ve kısıtlı zaman etkilerini gösterecek bir olay olarak gördü. Dünya Sağlık Örgütü 11 Mart günü resmî olarak Covid-19 Pandemisini ilan ettiğinde ilk korku da başlamış oldu. Artık dünya üzerindeki herkes yeni güne geçmiş yaşam biçimini dünde bırakarak uyanmıştı. Bu kuşağın yaşamadığı pek çok uygulama ardı sıra yaşamımıza girdi