Güzel
Ankara…
Ankara, büyük bir adamın görüşlerinden güç alan ve
iyi niyetli bir halk tarafından desteklenen Hükümet iradesinin neler
yapabileceğini kanıtlamaktadır. Ernest Mamboury, 1933 / Ankara Gezi Rehberi
yazarı.
Bir yere neden ev deriz? Ev diye
nitelediğimiz aslında sıcak duygularımız, özlemlerimiz ve deneyimlerimizdir.
Kendimizi güvende hissettiğimiz, sevdiklerimizle bağlarımızı oluşturan, bizi
biz yapan ve tüm güzel hisleri bizde uyandıran yerdir ev… Köklerimiz, köy, kasaba,
şehir veya ülke, fark etmez…Orada yaşayana “ev”; ziyaret edene de “ev gibi”
hissini yaşatmak önemlidir.
Peki bir yöre –turizm tabiriyle-
destinasyon insana bu hissi nasıl yaşatır, kendine bağlar, yaşama veya ziyaret
etme isteği uyandırır? Bütün bu soruları
karşılayacak basit ve tek bir cevap varsa o da; kimliğine sahip çıkmak, onu
yaşamak ve yaşatmaktır.
Bu düşüncelerle Ankara’yı anlatmak;
Anadolu medeniyetlerinin beşiği, milli mücadelenin yönetim merkezi, TBMM’nin evi,
maddi ve manevi kültürümüzün kimlik bulduğu başkentimizi anlamak bir bakıma
evimizi tanımak için birçok sebebin olduğunu görmek anlamına gelecektir.
Öncelikle kendimize sormamız gereken
soru bir yerin cazibesini herkes için nasıl artıracağı sorusudur.
Tanımınızı
yapıp bir stratejiye sahip olmak…
Destinasyonunuz dünyanın
en güzel yeri de olsa, köklü bir kültüre de sahip olsanız, kaynaklarınız bol da
olsa eğer bunu yönetecek bir stratejiniz yoksa uğraşılarınızın hedefe ulaşması
mümkün olmayacaktır. Onca çaba, faaliyet ve maddi kaynağın iyi çalışılmış bir
strateji çerçevesinde, bir “akıl”, “fikir” tarafından yönetilmesi; “bir şey anlatması” gerekir. Popüler
deyimle “destinasyonun hikâyesi” nin üstünde bir de “destinasyonun aklı” olmalı. Çünkü
destinasyon adına yapılan çalışmalar bir “akılla” yönetilirse
ve “bir şey söylüyorsa” anlam ifade edecektir. Aksi takdirde bu
çabalar geçici bir etki yaratmaktan öteye geçemeyecektir.
İnsanı
kendine bağlayan yerler…
İnsan bazen değişmek ister;
özellikle buhran zamanlarının hemen ardından bu arayış yoğunlaşır, hoşumuza
gitmeyen yönlerimizden kurtulmak isteriz ya da kendimizi daha iyi hissetmek
için edinmek istediğimiz yeni alışkanlıklar veya yeni ortamların arayışı içine
gireriz. Bu durum çok normal bir şeydir ve zaman zaman bunu yapmamız da
gereklidir. İşte tam bu noktada, yani arayışta olduğumuz böyle zamanlarda bazı
yerler öne çıkacaktır. Size, aradığınız değişimi vadeden, yeni alışkanlıklar
kazandıracak ve hayatınızın bundan sonraki bölümü için yeni bir bakış açısı
yakalamanıza yardımcı olacak yerler… Bu yerlerin ruhu ve sizlerde
uyandırdığı duygular bambaşkadır, sizi sarar ve içene çeker, bir anda orayı
sever ve yaşamak istersiniz. İşte böyle yerler sizi değiştirecek
destinasyonlardır… Kimliği olan, tarzı ve yaşam vaadi ile bir iddia ortaya
koyan ve ziyaretçisini kavrayan destinasyonlar…Böyle yerleri ziyaret ettikten
sonra evinize dönüşte beraberinizde sadece hediyelik eşyalar
getirmezsiniz…Yaşamak istediğiniz değişimi yakalamış olarak yeni bir alışkanlık
da sizinle beraber gelir ve onu devam ettirme arzunu yaşarsınız. Bu yerler sizi
kendisine bağlar ve tekrar ziyaret edeceğiniz zamanı iple çekersiniz.
Bazı destinasyonlar bu etkiyi
olağanüstü doğal güzellikleriyle gerçekleştirirler, her yerde göremeyeceğiniz
doğal oluşumlar sizi büyüler ve düşüncelerinizi değiştirir. Bazı yerler ise
sunduğu yaşam deneyimiyle sizi etkiler, sizi kendisine çeker ve yeni
alışkanlıklar kazandırır. Bazı yerler de sizi o kadar derinden etkiler ki
yaşamınızın o döneminde orada bulunmanızın bir şans olduğunu düşünürsünüz. İşte
sözünü ettiğimiz arayışları insanlara verecek destinasyon olmak, onları
değiştirmek ve kendisine bağlamak amaç olmalıdır. Böylece her bir ziyaretçinin
kalabalıklar içinde kaybolmadan ziyaret ettiği yer ile bir bağ kurması
sağlanmış olur…
“Destinasyon” algımız…
Destinasyon sadece gidilecek yeri değil; doğal, coğrafi, beşerî
faktörlerin oluşturduğu kültürel bir alanı ifade etmektedir. Destinasyonu bu
şekilde değerlendirdiğimizde çok boyutlu bir algılama söz konusu olacaktır. Bu
algı özellikle turizm faaliyetleri açısından bir destinasyonun tipik
özellikleri ile diğer yerlerden ayrılan, kendi özelliklerini kabul ettirmiş ve
ziyaretçisine kendine has bir deneyim yaşatan, “gitmeye değer” bir yer ya da
ürün olarak anlaşılmasını sağlamaktadır. Böyle algılanınca destinasyon
yönetiminin de çok boyutlu, çok disiplinli ve çok taraflı bir yaklaşıma sahip
olması kaçınılmazdır.
Dünyanın en güzel yeri…
“Dünyanın En Güzel Yeri” basit ve
anlaşılır, bir o kadar da iddialı bir cümle.
Günümüzde her yer bir iddia ile turizmden pay almak
istiyor ve bunu dile getiriyor.
Bu iddiayı kimler
kanıtlayabiliyor?
Öncelikle kimliğini doğru tanımlayan yani ne
olduğunu veya ne olmadığını bilip ona göre kendini konumlandıranlar
yeryüzündeki yerlerini parlatmaya ve görünür olmaya en güçlü adaylardır.
Peki kendimizi nasıl
görünür kılacağız?
Bu soruya cevabımız da kısaca; KALKINMA, İYİ
YÖNETİM ve bu sürecin sonunda oluşan MARKALAŞMA olacaktır. Destinasyon
markalaşmasını aşure tatlısına benzetebiliriz, birçok ürün, mesaj, lezzet ve
özellik bir şekilde birbirine karışmalı ve özümsenmeli ki ortaya güzel bir
lezzet çıksın. Eğer öyle olmazsa kötü bir tat oluşur ve bunu herkes hisseder.
Markalaşmanın yolu KİMLİĞİ’ni belirginleştirmeyle
başlar. Yer markalama için gerçekleştirilen tüm çabaların o yerin kimliğine
yani o yeri oluşturan coğrafi, kültürel, sosyal özelliklerine (Bunu DNA’ya
benzetebiliriz.) uyumlu olması gerekir. Bu kimlik orayı diğer yerlerden ayıran,
kendisine has özelliklerdir. Böylece yer markalama çalışmaları önce kimliğin
yani destinasyonun (Şehir, kasaba, köy, alan) DNA’sının doğru tespiti ile
başlar. Bu doğru yapıldığında verilen mesaj da o denli doğru ve güvenilir
olur. Marka otantik ve doğru oldukça o yerde yaşayan insanlarla da
uyumlu olup orada yaşanan deneyimler gerçek ve samimi deneyimler olacaktır.
Böylece destinasyonun hikâyesi de desteklenecektir.
Bir yerin kimliğini
oluşturan unsurları 4 ana başlığa ayıralım:
Bu unsurları çeşitlendirebiliriz ancak burada
herkesin üzerinde hemfikir olabilecekleri sıraladığımızda;
Coğrafya; çevre
(tarih, doğal güzellikler, konum, kapladığı alan, doğal kaynaklar vb.)
Teknoloji; Buna,
insanın yaşadığı yer’e etkisi de diyebiliriz. (Kültürel miras, anıtlar,
yapılar, alt yapı, ekonomi vb.)
Otantiklik: Gelenekler,
turum ve davranışlar, alışkanlıklar, yerin ruhu, kültürel kodlar vb.
Devamlılık: Önceki
3 unsurun etkileri ve birbirleriyle uyumları o yerin kimliğini oluştururken,
«zaman» unsuru da çok önemlidir. Bir yer ve o yerin özellikleri bir günde
oluşmadığından iletişim çalışmaları da o yerin kimliği ile uyumlu ve
sürdürülebilir olmalıdır.
Anlattıklarımızı matematik dilinde ifade
edersek; Bir yerin markası,
merkezine kendi kimliğini alarak yaşattığı deneyimlerin (hikayelerin) ve ortaya
koyduğu ürünlerin toplamıdır diyebiliriz.
Bu noktada DENEYİM’in üzerinde biraz duralım;
insan, deneyiminin kişisel ve duygusal olmasını arzu ediyor. Bunu sağlamak için
ise insanı iyi anlamak ve sosyal trendleri iyi tahlil etmek gerekecektir.
Günümüzde sosyal trendlere etki eden 4 ana etken
sıralanmaktadır: Dijitalleşme, tüketicinin güçlenmesi, duygular ve
postmodernizm. Bütün bu süreci anladıktan ve doğru konumlandırdıktan
sonra sıra deneyimi dizayn etmeye gelecektir. Deneyim
sürecinin arkasında pek çok etken bulunmaktadır bu nedenle sürecin dinamik,
multidisipliner ve kişisel bir yaklaşımla ele alınması gerektiği
gözardı edilememelidir. Eğer deneyimler doğru bir şekilde dizayn edilirse –bu
yönetim dizaynı da demektir- destinasyon açısından ziyaretçinin
memnuniyeti, bağlılığı ve desteği de kazanılmış olur. Zaten bir destinasyonun
hedefi de budur.
Destinasyonunuzun iletişimini ağırlıklı olarak hemşerilerinizin
ve ziyaretçilerinizin günümüz iletişim kanallarında anlattıkları inşa eder. Bu
nedenle kendi insanınızı önceleyerek destinasyonunuzu iyi yönettiğiniz sürece
bu durum markanızı oluşturan unsurları da olumlu etkileyecek ve «elçiler»
kazanmış olacaksınız. Bu nedenle başarılı destinasyon kampanyaları hem uzun
soluklu olup hem de şehrini benimsemiş ve mutlu insanların duygularına tercüman
olan kampanyalardır. (bknz. I love NY veya I Amsterdam…)
Sonuç olarak şunu
söyleyebiliriz; günümüzde yönetimin de iletişimin de ana amacı YAŞAM
KALİTESİNİ YÜKSELTMEK olmalıdır. Bu da ancak o YER’deki
her paydaşın İŞ BİRLİĞİ ilkesini hayata geçirmesi ve İYİ
YÖNETMEK ile mümkün olacaktır.
Şunu da unutmayalım!
Ziyaretçinizin yaşam kalitesine katkınız olduğu sürece ışığı parlayan ve
dünyanın en güzel yeri iddiasını gerçekleştirmiş bir destinasyon olursunuz.
Şimdi tekrar Ankara’ya
dönecek olursak; öncelikle yukarıda bahsettiğim çerçevede düşündüğümüzde
Ankaralılar olarak bu şehrin bize hissettirdiklerini iyi korumalı ve iyi
anlatmalıyız. Ankara bizim evimiz ise onu ziyaret edene de kimliğini yaşatmalı
ve “ev gibi” hissini oluşturmalıyız. Bu yönden düşünüldüğünde Ankara pek çok
değeri olan bir şehir olarak tüm değerlerini birlikte ve ilişkili olarak
yönetme ve markasının sinerjisini gerçekleştirme başarısını göstermelidir.
Mesele turizmin çok daha ötesinde, kendini yaşama ve yaşatma meselesidir. Buna
ister kalkınma ister markalaşma diyelim fakat bir gerçek var ki o da Ankara’nın
çok avantajlı bir şehir olduğudur. Burada söz konusu avantajları sıralamak bu
yazının hacmine sığmayacaktır ancak şehrin bir dünya başkenti olarak kimliğini
yaşayan, özgün, çağdaş ve üretken bir destinasyon olmasının yöntemine dikkat
çekmek başlıca amacımızdır.
Belki bu noktada,
Ankara’nın güçlü yönlerinden biriyle ilgili olarak geçen yıl yazdığım bir
yazının içeriğini paylaşmak yerinde olacaktır:
Ankara’nın “altın” fırsatı…
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının yeni yerleşkesi 3 Aralık günü ilk
konserle hizmete açıldı. Yaklaşık 200 yıllık bir kurumsallığa sahip olan
senfonik müziğin güzide temsilcisi yeni evinde kültür ve sanat hayatımıza
yepyeni bir heyecan ve konsantrasyon getirecek. Bu yeni heyecanı taçlandırmak
için Ankara’nın önünde “altın” gibi bir fırsat bulunuyor. “Başkentin müze adası
veya kültür bölgesi” ifadesini zaman zaman dillendirdiğimiz, bu yönde pek çok
adımın birbirinden bağımsız olarak atıldığı Ankara’da artık bu yönde son ve en
önemli adımın atılma zamanı gelmiştir.
Yazının başlığının anlamını hemen belirtmekte fayda var çünkü buradaki
bahisle doğrudan ilgili yer Başkentin tarihi merkezi olan Altındağ ilçesi.
Burası pek çok kültürel ve tarihi değere ev sahipliği yapmaktadır.
Cumhuriyetin 100. Yılı arifesinde cumhuriyete yaraşır bir inisiyatif
geliştirmek için bütün şartlar Ankara için hazır görünüyor. CSO’nun yeni
yerleşkesinin yükselttiği moral ve konsantrasyonu şehirde bulunan tarihi varlık
ve müzelere yansıtmanın tam zamanı…
Altındağ’da, kabaca 4 km²’lik yürüme mesafesindeki bir alanda 25’in
üzerinde müze bulunuyor.
Özellikle müze adaları veya kültür bölgeleri olarak adlandırılan ve
şehirlerin ziyaret ekonomisinin kalbi olan böyle alanlar o şehirlerin marka
değerine ve turizm kapasitesine büyük yararlar sağlamaktadır. Bunun için
Wikipedia’da yer alan sayfalarca içeriğe göz atmak yeterli olacaktır.
Bu noktada Ankara’nın ihtiyacı olan doğru bir strateji ve koordinasyonla
iletişim ve pazarlama tekniklerinden de faydalanarak bu yönde harekete geçmek
olmalıdır.
Bahsettiğimiz değerleri sıralayacak olursak;
CSO Yeni Yerleşkesi
Cer Modern
CSO Tarihi Bina
Eski Gar Binası
Türk Hava Kurumu Müzesi ve Paraşüt Kulesi
Vakıf Eserleri Müzesi
Resim ve Heykel Müzesi
Opera Binası
Pul Müzesi
Ziraat Bankası Binası/Müzesi
Ulus Atatürk Heykeli
Cumhuriyet Müzesi
Ankara Palas
Kurtuluş Savaşı Müzesi
Etnografya Müzesi
Ulucanlar Cezaevi Müzesi
Salt Ulus
Devlet Tiyatroları Binası
Satranç Müzesi
Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Rahmi Koç Müzesi
Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi
Hacettepe Sanat Müzesi
Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi
Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi
Roma Hamamı
Julien Sütunu
Hacı Bayram-ı Veli Camii
Agustus Tapınağı
Hamamönü
Ankara Kalesi
ve Anıtkabir
Bütün bu varlıkları ve müzeleri, etkili bir destinasyon yönetimiyle
birbiriyle ilişkilendirerek öncelikle Ankaralıyla buluşturmak, sonrasında yerli
ve yabancı ziyaretçiye sunmak başkenti bu yönüyle de dünyada önemli bir konuma
taşıyacaktır.
Ayrıca bu bölgede tarihi camiler, hanlar, sokaklar ve daha pek çok kültürel
varlık da bulunmaktadır. Özellikle Gençlik Parkı ve yapımı süren Millet Bahçesi
de oluşturulacak güzergahları tamamlayacaktır.
Buna ister “Altın
Müze Adası” diyelim ister “Kültür Havzası” bir gerçek var ki burada oluşan
önemli bir değer var ve tek bir ortak akılla yönetilmeyi ve şehrin belleğine
yerleşmeyi bekliyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Valilik, Büyükşehir ve ilçe belediyeleri,
kalkınma ajansı, ticaret odası ve sivil toplum kuruluşlarının, uluslararası iyi
örnekler de incelenerek, birlikte çalışmasıyla bu yönde gerçekleşecek alt yapı,
ulaşım, yönetim ve tanıtım faaliyetlerini koordine edecek ülkemiz şartlarına
uygun bir destinasyon yönetimini çalışır hale getirmek bu birlikteliği kurumsallaştıracak
ve Ankara’ya çok şey kazandıracaktır…
Ankara, 4 Aralık 2020
Bu örneği Ankara’nın güçlü
potansiyeli olan sağlık turizmi, kongre ve toplantı turizmi, gastronomi, doğa
ve kırsal turizm, eğitim gibi alanlarla ilgili olarak çoğaltabiliriz.
Ankara ve hinterlandının
Hattuşa, Kapadokya, Şifalı Firigya, Konya ve endüstri mirası bölgesi Batı
Karadeniz gibi güçlü destinasyonlarla çevrilmiş olması da başka büyük
potansiyeli vurgulamaktadır. İşte bütün bu ilişki/bağlantıyı bir network
anlayışıyla yönettiğimizde ortaya büyük bir sinerji çıkarabiliriz.
O zaman harekete geçelim…Ankara,
Ankara; güzel Ankara!
Yorumlar
Yorum Gönder