İnsanlık üçüncü bin yıla
girdikten sonra dijitalleşmede hızlı bir gelişme yaşandı ve bu teknoloji bütün
sektörleri dönüştürdü. Buna bağlı olarak hayatımız da değişti
ve yeni bir kültür oluştu. Yaşadığımız yirmi yılı
değerlendirdiğimizde “dijitalleşme” olgusunun damgasını görüyoruz. Ancak 2020
ile birlikte Covid-19 salgınının da hızlandırıcı etkisiyle önümüzdeki dönemin
“sürdürülebilirlik” on yılı olacağı öngörülüyor. Bu nedenle “Yeni Dijital: Sürdürülebilirlik”
olarak adlandırılmaktadır (O.Gadiesh, J.-D. Peccout, World Economic Forum). Tabii
ki yaşamın her alanı olduğu gibi turizm de bu durumdan etkilenecek. Cevabı
aranan sorular ise: Turizm sektörü sürdürülebilirlik sürecine nasıl adapte
olacak? Bu noktada nelere dikkat edilmelidir? Bu amacı gerçekleştirmek için
turizm nasıl yönetilmelidir?
İnsanlığın sanayi devrimi
sonrasında yaşanan süreçte çevreyi göz ardı eden bir yaşam biçimi
sürdürmesi nedeniyle yeryüzüne ne kadar zarar verdiği acı bir şekilde görünüyor. Günümüzde bu sürecin insanlığı ve gelecek kuşakları da tehdit
etmesinin somut sonuçlarıyla karşılaşıyoruz. En önemli konu çevre sorunları ve
buna bağlı iklim değişikliği sorunu. Bu durum tıpkı dijitalleşme sürecinde
yaşadığımız kültürel değişim gibi yeni bir süreci hızlandırdı:
Sürdürülebilirlik.
Söz konusu kavram
gündemimize yeni girmedi. Dünyanın 1950’li yıllardan itibaren yaşamaya
başladığı çevre sorunlarıyla birlikte önce 1970’li yıllardaki çevre konferanslarında
konuşulmaya başlandı, buna bağlı olarak bilimsel raporlarda tartışıldı ve geniş
anlamda ise dünyanın gündemine Birleşmiş Milletler tarafından 1987’de
yayınlanan Bruntland Raporu (Ortak Geleceğimiz) ile yerleşti. Bu raporla, sürdürülebilir
kalkınma için çok taraflılık ve ulusların dayanışması vurgulanarak çevre ve
kalkınma konularının iç içe geçmiş konular olarak siyasetin dolayısıyla
insanlığın gündeminde olması hedeflenmiştir. İnsanlığın ortak vizyonu olarak
sürdürülebilirlik gelecek kuşakların da ihtiyaçlarını gözeterek doğayla ve
diğer varlıklarla dengeli bir yaşam kurmamızı ifade eder. Sürecin son halkası
da 2015 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve insanlık için
ortak hedefleri içeren 2030 Sürdürülebilir Kalkınma İlkeleridir. İnsanlık 3
önemli hedefe ulaşabilmek için 17 küresel amaçta birleşmiştir. Bu hedefler;
aşırı yoksulluğu sona erdirmek, eşitsizlik ve adaletsizlikle mücadele ve iklim
değişikliğini düzeltmektir.
İşte şimdi, geçmiş 20
yılda yoğun bir şekilde yaşadığımız “dijitalleşme” ve buna bağlı olarak
toplumsal ve bireysel yaşamdaki değişime benzer şekilde, “sürdürülebilirlik”
temelli olarak hayatımızı yeniden tasarlayacağımız; yeniden düşüneceğimiz, yeni
pratikler oluşturacağımız bir sürecin içindeyiz.
Bu duruma bağlı olarak
insanlar yeni bakış açılarına sahip oluyorlar. İnsanların tercihleri,
beğenileri, çevreyle ve kültürlerle ilişkileri yeniden biçimleniyor. Bütün
bunlardan birinci derecede etkilenecek davranışlarımızdan bazıları da gezme,
deneyimleme ve seyahattir. Bu alanlarla ilişkili turizm endüstrisi de söz
konusu değişim ve dönüşümün birinci derecede muhatabı olmaktadır. “Sürdürülebilirlik”
kavramı sadece dar anlamda mekânları değil hayatın tüm alanlarını ilgilendiren
bir konu olması nedeniyle sektörel unsurların kendilerini dönüştürmeleri kadar
asıl bu süreci etkileyen yönetim sürecinin ve buna bağlı olarak toplumsal yaşamın
dönüşmesi çok daha önemlidir. Çünkü turizm ile ilişkili faaliyetler mekânlarla sınırlı olmanın ötesinde yaşam kalitesine odaklanmaktadır.
Sürdürülebilir turizm, en
basit deyimle, turizm endüstrisinin sürdürülebilir pratiklerini ifade eder.
Turizmin pozitif ve negatif tüm unsurlarını ele alıp negatif olanları en aza
indirmek ve pozitif olanları da çoğaltmayı amaç edinmiştir. BM Çevre Programı
(UNEP) ve BM Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) tarafından da “ziyaretçilerin,
endüstrinin, çevrenin ve ev sahibi toplulukların ihtiyaçlarını ele alan, mevcut
ve gelecekteki ekonomik, sosyal ve çevresel etkilerini tam olarak dikkate alan
turizm” olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca sürdürülebilir turizmin “turizm
gelişiminin çevresel, ekonomik ve sosyo-kültürel yönlerini ifade ettiğini ve
uzun vadeli sürdürülebilirliğini garanti etmek için bu üç boyut arasında uygun
bir dengenin kurulması gerektiğini” ifade ediyorlar. (UNEP ve
UNWTO, 2005: 11-12. Making tourism more sustainable – A Guide for Policy Makers).
Günümüzde uluslararası
örgütler başta olmak üzere pek çok destinasyon genel ilkeler çerçevesinde
sürdürülebilir turizm için yeni stratejiler tasarlayıp yeni politikaları hayata
geçiriyorlar. Burada da turizmin kamu, özel ve sivil inisiyatifler arasındaki yönetişimin
etkinliği söz konusu sürecin başarısını etkileyen ana unsur olacaktır. Ayrıca turizmin
multidisipliner yapısı sürdürülebilirliği sağlamak açısından da çok önemlidir.
Sürdürülebilirlik ilkesini yaşamın her alanında etkin kılmadan sadece turizmin
görünen faaliyetlerine veya başlıca sektörlerine odaklanmak eksik bir yaklaşım
olacaktır. Sürdürülebilir yaşam için bütüncül bir yaklaşımla sürdürülebilir
kalkınmayı etkin kılmak ve turizm endüstrisini de bu sürecin bir parçası olarak
düşünmek gerekiyor.
Bir diğer önemli unsur da
turizm endüstrimizin iş birliği alanlarını çeşitlendirmesidir. Geçmişte kültür
alanıyla kurulmaya çalışılan sinerjik ilişkinin şimdi daha da derinleşerek,
artık sosyal bilimlerde de kullandığımız bir deyimle, simbiyoz ilişkiye
dönüştürecek yaklaşımın yanı sıra işbirliği alanını genişleterek öncelikle
teknoloji, çevre, spor, tarım gibi turizmin hayatımızdaki geniş alanına işaret
eden sektörlerle sürdürülebilirlik anlayışı temelinde yeni işbirlikleri kurması
turizmin bu yöndeki dönüşümünü de kolaylaştıracaktır.
Sonuç olarak 2030’a doğru
yaklaşırken turizm sektörümüzün hem dijital hem de sürdürülebilirlik dönüşümü
nedeniyle yapısal, yönetsel ve finans tedbirlerini almalıyız.
Yorumlar
Yorum Gönder