Müze kelimesi, Yunan mitolojisinden esinlenerek, Yunancada “ilham perileri”nin (muses) tapınaklarına verilen bir ad olarak mouseion sözcüğünden gelir. Mitolojiye göre müze, şair, filozof ve müzisyenlere ilham veren perilerin (müzik, destan, tarih, şarkı sözü, trajedi, kutsal şiir, dans, komedi) yeridir. Böylece müzenin köken olarak yaratıcılık, akıl ve ilhamla ilişkili olduğunu anlıyoruz.
Başlangıçta müze bünyesinde eserleri “toplamak”, “biriktirmek”, “korumak”, “sergilemek” işlevleri öne çıksa da, zamanla “araştırma” ve günümüzde de “eğitim” ve “iletişim” fonksiyonları çok önem kazanmıştır. Bu noktada Uluslararası Müzeler Konseyinin (ICOM) müze tanımı da söz konusu süreci bize yansıtır. Müzelerin toplumdaki yeri genişledikçe ve derinleştikçe müze tanımının yıllar içinde değiştiğini, fonksiyonunun ve alanının çeşitlendiğini görüyoruz. ICOM’un 2007 yılında güncellediği ve sitesinde yer alan tanıma göre; “Müzeler, eğitim, araştırma ve insanların beğenisi için somut ve somut olmayan insanlık mirasını edinen, koruyan, araştıran, tanıtan ve sergileyen halka açık, kar amacı gütmeyen toplum hizmeti ve gelişimi için çalışan kurumlardır.” Bu tanım müzelerin insanlık mirasıyla ilişkili tüm hizmetlerini kapsayan güncelliği yansıtmaktadır.
ICOM, müzelerin özellikle eğitim ve iletişim fonksiyonları üzerinde durmakta ve bu anlamda “Hyperconnectivity” terimini öne çıkarmaktadır. Bu kelime 2001 yılında icat edilmiş ve iletişimin çok taraflı olmasını ve etkileşimin çeşitliliğini vurgulamaktadır. İletişimin günümüzde kazandığı çoklu form, kompleks, çeşitli ve birbiriyle ilişkilidir. Söz konusu bu durum müzelere de yansımış ve içinde bulundukları toplumların, çevrenin ve farklı kültürlerin etkileşimine açık ve katkı verecek bir yapı kazanmışlardır. ICOM ayrıca teknolojinin fonksiyonunun altını çizmekte ve dijital dönüşümü çoklu iletişimin merkezinde konumlandırmaktadır.
Bu anlayış çerçevesinde ülkemizin müzelerini değerlendirecek olursak, özellikle 2000’li yıllarda hem fiziksel alt yapı hem de modern müzecilik anlayışında yol aldığımız söylenebilir. Yaklaşık 150 yıllık bir kurumsallığa sahip müzecilik anlayışımızın geldiği noktada eğitim ve iletişimi sistematik olarak müzeciliğin merkezine almaya başladığını görmek sevindiricidir. Bu süreç dijital dönüşüm ve sosyal medyanın etkisiyle son yıllarda daha da hızlanmıştır.
Ülkemizde kültür ve turizm sinerjini verimli bir şekilde temin etmek için kültür kurumlarına yatırım yapılmasının çıktılarından biri olarak müzelerin yaşam boyu eğitim merkezleri haline dönüşmesini ve ayrıca kültürel diplomasinin de vazgeçilmez unsurları olduklarını görüyoruz. Bu mekanlar bulundukları şehirlerin markalaşma sürecinde adeta “ana karakter” rolü üstleniyorlar.
Ülkemizde 2020 yılı rakamlarına göre Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı 199, özel müze statüsünde de (Bakanlık denetiminde) 291 olmak üzere toplam 490 müze bulunuyor. Son yıllarda açılan ve adından çok söz ettiren müzelerimizi saymak mümkün. İstanbul Modern, Masumiyet Müzesi, Zeugma Mozaik Müzesi, Hatay Arkeoloji Müzesi, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, Haleplibahçe Mozaik Müzesi, Baksı Müzesi, PTT Pul Müzesi, Gökyay Vakfı Satranç Müzesi, Troya Müzesi, Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi, Odunpazarı Modern Müze, Kenan Yavuz Etnografya Müzesi, Van Müzesi, Zonguldak Maden Müzesi, İstanbul Sinema Müzesi vb. Medeniyetler beşiği Anadolu’nun kadim mirasını içeren pek çok arkeoloji müzemizin yanında farklı alanlarda tematik müzelerin varlığı da bu alandaki gelişmeyi sergileyen somut örneklerdir.
Söz konusu gelişmeler uluslararası alanda da etkisini gösteriyor. Ülkemizin üç müzesi 2020 ve 2021 yıllarında Avrupa Müze Forumu’ndan ödüller aldı. Troya Müzesi 2020 Yılı Avrupa Yılın Müzesi Özel Ödülü’ne layık görülürken, Odun Pazarı Modern Müze, 2021 Avrupa Yılın Müzesi Özel Ödülüne ve Bayburt Kenan Yavuz Etnografya Müzesi de 2021 Silletto Ödülüne layık görüldü. Bu ödüllerin verilme nedeni yukarıda açıklanan eğilime uygun bir şekilde müzelerin iletişime, eğitime, yenilikçiliğe, yerli halka sunulan faydaya verdikleri önemle ilişkilendirilmiştir.
Bu noktada bir parantez açmak gerekirse: Türkiye bu örnekten de anlaşılacağı gibi 20 yıl önce turizm ve kültür sinerjisini oluşturmak için kurguladığı Kültür ve Turizm Bakanlığı deneyimiyle, eksiklerine rağmen, birbiriyle ilişkili iki alanın birbirlerinin önceliklerini gözeterek birlikte hareket edebileceklerini göstermiştir. Buradan şu hatırlatmayı yapabiliriz; hızla değişen dünya ve insan ihtiyaçları uyarınca, yaşadığımız gündemin de gereği olarak, kurumlarımızın evrensel paradigmalarla hedefleri için birlikte çalışmalarına dünden daha fazla ihtiyacımız bulunuyor.
Sonuç olarak müzelerimizin kurumsallık sürecinde, dünyadaki anlayışa da uygun olarak müzecilik biliminde koruma ve sergileme fonksiyonlarını geliştirerek eğitimi ve iletişimi etkinleştiren örneklerin artması birçok yönden toplumumuza ve özellikle çocuklarımıza ilham verecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder