Ana içeriğe atla

Manila Deklarasyonu* Ne Anlatıyordu?

 


Dünya Turizm Örgütü ikinci dünya savaşının ardından turizmin hızlı gelişmesi ile ilgili olarak uluslararası toplumun faydasına sunulmak üzere 1980 yılında Manila Deklarasyonu adı altında bir bildiri ve eklerini yayınlamıştır. Bu deklarasyon uluslararası hukukta “soft law” olarak nitelenen, zorunlu olmayan ancak tarafların uluslararası işbirliği ve faydası için genel kural ve tanımları işaret eden düzenleyici bir işlem niteliğindedir.

20. yüzyılın ikinci yarısında turizmin hızlı yükselişi ve insanların hayatlarında önemli bir olgu haline gelmesi nedeniyle uluslararası bir kılavuz metne ihtiyaç vardı. Bu yaklaşımın ilk mihenk taşı diyebileceğimiz Manila Deklarasyonu Filipinlerin başkenti Manila’da 27/09-10/10/1980 tarihleri arasında 107 ülkenin temsilcisi ve ayrıca 91 gözlemci statüsünde delegenin katılımıyla kabul edilmiştir. Bu deklarasyonun başlığı “Dünya Turizmi Hakkında Manila Deklarasyonu” (Manila Declaration on World Tourism) olarak belirlenmiştir. Turizmin gerçek doğası, yapısı, değişen dünyada turizmin oynadığı rol, turizmin sadece ekonomik bir etki olarak değil, toplumların gelişmesinde ve insanların üzerindeki etkisini belirlemek, tanımlamak, barışa katkı, karşılıklı bağlılık ve işbirliğine katkı, kalkınma ve yaşam kalitesine katkısı, insana katkısı, iyi yaşam şartlarını sağlamadaki rolü üzerine bir çerçeve belirlenmiştir.

Dünyada 1980 yılında turist sayısının 286 milyona ulaştığı göz önünde bulundurulduğunda, hızla gelişen turizm endüstrisi hakkında uluslararası hedeflerin ve ilkelerin belirlenmesi çok yerinde olmuştur. “Sürdürülebilirlik” kelimesi ve içeriği henüz uluslararası metinlerde yer almıyordu ancak buna hazırlık yapılan uluslararası raporlar bulunuyordu. Ayrıca son otuz yıllık gelişmelerin sonucunda kitle turizminin negatif dışsallıkları da tartışılmaya başlanmış, kültür ve buna bağlı olarak şehir turizmi alternatif turizm çeşitleri olarak turizmin gündeminde yer edinmiştir.

Aynı dönemlerde Türkiye ise turizmle ilgili potansiyelinin farkına varmış, 1970’lerin hemen başından itibaren bu yönde bazı planlamalar yapmak üzere kamu eliyle kararlar almış, Dünya Bankasının ülkedeki ilk turizm projesi olarak desteklediği Güney Antalya Turizm Gelişim Projesiyle önemli bir başlangıç yapmıştı. Bu sürecin bir sonucu olarak 1982 yılında kabul edilen Turizmi Teşvik Kanunu ile turizmdeki potansiyelimizi harekete geçirmek için sistemli bir şekilde yol almaya başladık.

Aradan geçen 42 yılın ardından Manila Deklarasyonu ile ilgili bir yazı yazma nedeni ise bugün turizmle ilgili yaşadığımız durumu daha iyi anlamaya çalışırken geçmişle gelecek arasında bir köprü oluşturmaktır.

Turizmi dar kapsamlı algılamak ve sadece ekonomik yönlerine odaklanmanın ortaya çıkardığı sorunların artık turizm sektörünce ve hatta geniş toplum kesimlerince konuşuluyor olması bu yöndeki farkındalığın arttığı anlamına geliyor. Günümüzde çevre, iklim değişikliği ve dijital devrimin her konuyu etkilediği ve değişime zorladığı düşünüldüğünde öncelikli olarak kendi sürecimizi tahlil etmek faydalı olacaktır. Tüm bunlar öncelikle turizm hakkında bir çerçeve çizme, tanımlama yapma ihtiyacından doğmuştur. Turizm, yönetilmesi zor bir alandır. Turizm hakkında doğru bir tanımlama yapmazsak bu zor alanı yönetmek daha da güçleşecek, sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel problemlerle karşı karşıya kalınacaktır. Günümüzde bu olumsuz senaryonun gerçekleşmemesi için başta UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü) olmak üzere tüm uluslararası kuruluşlar ve destinasyonlar turizmin daha iyi algılanması ve buna göre daha iyi yönetilmesi için çaba gösteriyorlar.

 

“Bilinçli ve iyi planlanmış bir turizm arzı, aynı şekilde bilinçli bir turizm talebi oluşturacak ve başta sektör olmak üzere toplumun turizmden beklentilerinin gerçekleşme oranı daha yüksek olacaktır.”

 

Manila Deklarasyonu 25 madde ve buna eklenmiş 4 ayrı konu kümesinden oluşmaktadır. Bunlar; turizm arzının daha iyi yönetimi, teknoloji ve işbirliği, insan kaynakları ve seyahat özgürlüğü başlıkları altında belirtilmiştir. Bu yazının dikkat çektiği konu ise orijinal metinde yer aldığı şekliyle “Better Management of Supply” ; turizm arzının iyi yönetilmesi başlığıdır. Buradan çıkan yorum ise: Bilinçli ve iyi planlanmış bir turizm arzı, aynı şekilde bilinçli bir turizm talebi oluşturacak ve başta sektör olmak üzere toplumun turizmden beklentilerinin gerçekleşme oranı daha yüksek olacaktır.

Turizm arzının iyi yönetilmesine ilişkin olarak deklarasyonda belirtilen konular ise özetle:

Bir ülkenin turizm arzı ayrı, tek başına bir olgu olmayıp o ülkedeki yaşamı ilgilendiren bütün sektörlerle ilişkilidir. Biz bu gerçeği daha çok turizmin 52 sektöre can verdiği, hızlandırıcı etkisi olduğu şeklinde sloganlaştırırken turizmin sosyo-kültürel ve ekonomik etkilerini somut olarak ortaya koyan unsurlara yeterince odaklanmadığımızı söyleyebiliriz. Ayrıca bu süreçte başlangıçtan itibaren benimsediğimiz kitle turizmi ve pratiğimizin turizmin topluma yayılması noktasında arzuladığımız seviyeye gelmediğini de görüyoruz.

Ulusal turizm arz stratejileri yerel ve bölgesel toplulukları da içermelidir. Biz turizmi başlangıçta, şartlarımızdan ötürü, talebe göre şekillendirdik, bu bizi edilgen kıldı, zaman içinde destinasyonlardaki turizm pratiğinin karar alma süreçlerine yansımasını sağlayacak mekanizmaları oluşturmada ise işlevsel bir sistem kuramadık. Her ne kadar turizm strateji belgelerimizde destinasyon yönetimi anlayışını benimseyerek destinasyonlardaki durum ve bilginin karar mekanizmalarına yansıması için merkez turizm yönetimine iletilmesi düşünülse de ülkenin siyasi, idari ve kültürel yapısına uygun bir destinasyon yönetimi kurgusu oluşturulamamıştır.

Turizm arzının kalitesini geliştirmek aynı zamanda turiste saygıyı da içermelidir. Bu sadece lüks segmentler anlamına gelmez, iyi planlanmış, talebin doğasını göz önünde bulunduran, turizme erişimi de düşünen ve geniş toplum kesimlerinin katılımını öngören bir yaklaşım gerektirir.

Turizmde insan kaynaklarının gelişimi önem arz eder.

Destinasyonu temsil eden kamu ve özel sektör otoritelerinin destinasyonun imajı ve turistik ürünün doğruluğu, otantikliği ile ilgili büyük sorumlulukları bulunmaktadır. Bu ifade destinasyon markalaşması sürecinin de ana unsurlarındandır. Bir destinasyonun iyi yönetilmesi o destinasyonun turizm de dahil bütün bir kalkınma/markalaşma süreci anlamına gelmektedir. Bu nedenle turizmde yerel yönetimlerin, turizm sektörünün ve sivil toplumun katılımcılığı ve sorumluluk almasının önemi burada da kendini belli eder.

Turizm planlamasına ilişkin politikalara yerel, bölgesel ve ulusal seviyede yaklaşılmalı, periyodik değerlendirmelerden geçirilmelidir.

Turizm arzı turizm trendlerinin doğru analizine ve genel kabul görmüş ulusal ve uluslararası istatistiklerin değerlendirilmesi sonucunda oluşturulmalıdır. Bilgi, veri toplamak ve değerlendirmek günümüz bilgi ve veri çağının olmazsa olmaz kuralıdır. Bu konuda çalışacak bir yapının oluşturulması 2030’a doğru turizm endüstrimiz için hayati önem taşımaktadır. Destinasyon markalaşmasının, ürün geliştirmenin ve yeni trendleri izlemenin en önemli konusu turizm yönetimine strateji oluşturmada yardımcı olacak, bilgiyi izleyecek, değerlendirecek ve yeni teknolojileri takip ederek turizm endüstrisinin hizmetine sunacak bir kurumun varlığından söz ediyoruz.

Turizm arzının gelişimi kamu, özel ve sivil sektörlerin işbirliği, koordinasyonu ve birbirlerinin durumunu iyi anlamalarına bağlıdır.

Turizmin hem ulusal hem uluslararası seviyede gelişimi, turizm arzı doğru planlanıp yüksek standartlarda kültürel, doğal mirasa saygılı bir şekilde konumlandığında turizmin değerleri sosyal, doğal, insani çevreyle birlikte o ulusun yaşam kalitesine büyük katkı yapar. Turizmin disiplinler arası yapısı ve topluma ilişkin birçok konuyu kapsaması nedeniyle ülkenin kalkınmasıyla da paralel bir şekilde geliştiğini kabul etmek gerekir. Türkiye genel ekonomi politikalarına paralel olarak turizmde de dünya sistemine entegre olmaya karar verdiği yıllarda (1980) GSYİH büyüklüğümüz 68.79 milyar dolar,  kişi başına GSYİH rakamı da 1560 dolar seviyesindeydi. Turizm söz konusu şartlarda ülkenin kalkınması ve döviz ihtiyacına hızlı bir çözüm için kurgulanmış bir konumdaydı. Geçen yıllar içinde Türkiye 2020 rakamlarına göre GSYİH 720.1 milyar dolar ve kişi başına GSYİH ise 8635 dolar seviyesine gelmiştir. Bu noktada turizmin yapısı, etkisi ve yönetimi akademik çalışma ve araştırmaların konusu olarak daha derinlemesine incelenmeli, siyasetin ve idarenin de daha fazla gündeminde olmalıdır.

Günümüzde global turizm sektörü 2019 yılında 1.5 milyar turist rakamına ulaşmışken 2020 yılında insanlığın maruz kaldığı Covid-19 pandemisi nedeniyle adeta durdu ve turist sayısı 1990 yılı seviyesine inerek 420 milyona geriledi. Turizm sektörünün yeniden yoluna devam edebilmesi için insanlığın gündeminde olan 2030 Sürdürülebilir Kalkınma İlkeleri ve Yeşil Mutabakatın içselleştirilerek yeni turizm paradigmasının oluştuğunu anlıyoruz. Bu defa turizm 1980 yılında çizilen çerçevenin çok daha ötesinde değerlendirilerek merkezinde insanın ve çevrenin bulunduğu; turist, yerel halk ve turizm çalışanlarının birlikte mutlu olacağı anlayış kaçınılmaz hale geliyor.

Uluslararası metinlerde de turizmin yeri çok daha geniş bir şekilde ele alınarak destinasyonların söz konusu yeni kodlara uygun olarak turizmi yönetmeleri önerilmektedir. Anlayacağımız, tıpkı 42 yıl önce turizm ilkelerinde hemfikir olunduğu gibi bugün de turizmin yeni paradigması oluşuyor.

*https://www.e-unwto.org/doi/pdf/10.18111/unwtodeclarations.1980.01.01


 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimizin “

Covid-19 Salgınının Turizme Etkileri

Daha önce benzeri olmayan bir olay… Daha düne kadar tüm ilgililer 2020’de turizm ve seyahat sektörünün yine başarılı bir yıl geçireceğini öngörüyor buna göre planlar yapıyordu. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), turizmde önceki senelerdeki kadar artış olmayacağını belirtmiş olsa da %4 büyüme beklentisini açıklamıştı. Özellikle son 10 yılda sektörler arasında en popüler olması hasebiyle tüm yüzlerin çevrildiği seyahat ve turizm sektörü yine başarılı geçecek bir yılın arifesindeydi. Herkesin keyfi yerinde gibiydi, ta ki Covid-19 ciddiyetini ortaya koyana kadar… İlk önce Çin’de görülen vakaları herkes yine SARS ve MERS gibi algılayıp, bölgesel ve kısıtlı zaman etkilerini gösterecek bir olay olarak gördü. Dünya Sağlık Örgütü 11 Mart günü resmî olarak Covid-19 Pandemisini ilan ettiğinde ilk korku da başlamış oldu. Artık dünya üzerindeki herkes yeni güne geçmiş yaşam biçimini dünde bırakarak uyanmıştı. Bu kuşağın yaşamadığı pek çok uygulama ardı sıra yaşamımıza girdi