İngiltere’nin Hampshire bölgesinde Alresford Kasabası (https://www.visit-hampshire.co.uk/explore/towns/alresford) su teresinin merkezi olarak bilinir. Bu kasaba tipik bir Georgian dönemi kasabasıdır. Burada, bir önemli kültürel miras ögesi daha vardır o da; The Mid Hants Railway (Su teresi rotası olarak bilinen) tren rotasıdır. Buharlı lokomotifle hizmet veren bu hat, Alresford-Alton arasında 10 mil uzunluğa sahiptir. Ayrıca bütün bu manzaranın merkezinde, Victoria zamanında yapılmış tarihi tren istasyonu yer almaktadır.
Öncelikle özetleyecek
olursak; Bir kasaba var, su teresi var ve buharlı tren hattı var…
Hikâyenin asıl
kahramanı olan su teresinden başlarsak: İngiltere’de kuşaklar boyunca bilinen,
ekşi, keskin, mayhoş tadı olan bir bitki. Suyun bol olduğu yerlerde yetişiyor.
Su teresi çorbası, salata ve sandviçlerde çokça kullanılıyor. Günümüzde de
pesto sos ve humus’ta sıklıkla yer aldığı görülmektedir. Besleyici bir bitki
olarak biliniyor; A, C, E, K, B6 vitaminleri, kalsiyum ve demir kaynağı. World
Wildlife Federation tarafından 2019’da oluşturulan “Geleceğin 50 Besini”
raporunda da yer alan bir bitki. Yani bir süper gıda…
İşte, Alresford
Kasabası coğrafi konumu ve iklimi nedeniyle İngiltere’de su teresinin merkezi
olarak (Capital of water cress farming) bilinmektedir. Hatta yerel üretici Vitacress Salads
(vitacress.com) kendini, diğer yeşilliklerle beraber, Avrupa’nın lider su teresi
sağlayıcısı olarak nitelendirmektedir. Burada su teresi ile ilgili bir
inovasyon ile de karşılaşmaktayız.
Şimdi bu yazıyı
neden oluşturduğumuza gelelim; su teresi yapısı ve yetişme koşulları gereği
-birçok yeşillik gibi- çabuk bozulan bir bitki. Bu nedenle 18 ve 19. Asırlarda
at arabası ile uzak yerlere taşınması mümkün olmadığından ancak 19. Asrın
ikinci yarısında hizmete açılan demiryolları ile hızlı bir şekilde uzak yerlere
taşınması olanaklı hale gelmiştir. Özellikle buradaki hikayeyle ilişkili olarak
Mid-Hants Demiryolu (1865) / Su teresi hattı ile Alresford Kasabası Londra’ya
bağlanmış böylece su tereleri başkent ve daha pek çok yere taşınabilmiştir.
Londra’da Covent Garden Pazarına her gün gelen su tereleri zamanla bu hattın su
teresi hattı olarak anılmasına neden olmuştur.
Mutfak tarihçisi
Regula Ysewijn’e göre su teresi Londra tarihindeki hem fakirliğin hem de büyük
bir girişimciliğin sembolü olarak görülebilir. Aslında su teresi fakirin ekmeği
olarak nitelendirilmiştir. Victoria döneminde sokaklarda külah içinde halkın
beslenmesinde büyük payı olan bir bitki olarak satılmış.
Su teresinin
popülaritesi böylece sürmüş ve 2000’li yılların başında geliştirilen
beslenme/diyet kampanyalarında da başroldeki bitkilerden olmayı başarmıştır. Şu
anda da The Ritz’in menüsünden, pek çok sandviç ve salata çeşidine kadar yaygın
bir kullanımı mevcut.
Bu arada, British
Rail Şirketi zarar nedeniyle 20 mil uzunluğundaki Mid-Hants hattını 1973’te
kapatmış. Daha sonra 1985’te gönüllülerin topladığı paralarla Alresford-Alton
arasında 10 mil uzunluğundaki bölüm "Demiryolu Mirası Hattı" olarak tekrar
hizmete açılmıştır.
Bugün,
ziyaretçiler kültürel mirasını koruyan bir kasabayı, buharlı demiryolu hattını
ve her şeyin nedeni olan su teresinin hikayesini keşfetmek için Alresford’a
gelmektedirler.
Su teresi hattı 150 yıl önce nasıl işliyorsa, bütün unsurlarıyla bugün de aynı şekilde hizmet veriyor. Su Teresi Hattı Vakfı da kurulmuş ve bu mirası yaşatmak için çalışıyorlar. Bu arada, Alresford Su Teresi Festivali (Alresford Water Cress Festival) 2006’dan beri her yıl Mayıs ayında gerçekleştirilmektedir. Anlayacağımız su teresinin hikayesi devam ediyor…
Bu yazıdaki hikâyeyi
https://www.bbc.com/travel/article/20210926-englands-beloved-nose-twisting-salad özellikle bir turizm destinasyonu olmak
için nasıl bir yol izlenmesinin gerektiğini basit ve çarpıcı bir şekilde
anlattığı için paylaşmak istedim. Bu örneğin ülkemizde de pek çok yere ilham
olabileceğini düşündüm. Böyle örnekler, her ne kadar bunun arkasında önemli
bir yönetim aklı olsa da, pek çok strateji ve planlama anlatımından çok daha
etkili olmaktadır: Bu örnekte bir turizm destinasyonu olmak için kimliğin, kültürel
mirasın, korumacılığın ve inovasyonun önemini gördüğümüz gibi bunları yönetecek
ve stratejiyi sürekli kılacak yönetim/organizasyon anlayışı ile koordinasyonu da anlayabiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder