Malum, Mahalli İdareler Genel Seçimlerinin yapılmasına az bir süre kaldı. Diğer bir ifadeyle Yerel Yönetimlerimizi; belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri, muhtarlar, ihtiyar heyetleri ve büyükşehir belediye başkanlarını belirleyeceğiz. Yerel yönetimlerin önemini pratik bir şekilde vurgulamak mümkün; yerel mahiyetteki hizmetlerin bize en yakın idarelerce görülmesi ihtiyacından kaynaklanır. Evrensel anlayış ve Anayasamızdaki kural da bu çerçevededir. Peki, bu ihtiyaçlar nelerdir? Burada, demokrasi, yerellik ilkesi, merkeziyetçilik, katılımcılık, şeffaflık, temsil, vesayet denetimi veya yerel yönetim sistemleri v.b. kavramlara değinmeden doğrudan birbiriyle ilişkili iki konu, daha doğrusu üç konu üzerinde kısaca duracağım: Kent, Çevre ve Turizm. Seçim sürecinde jenerik olarak duyduğumuz pek çok kavram arasında turizm de bulunmaktadır. Kent ve çevre sorunsalı ise jeneriğin de ötesinde asıl konumuz olmalıdır. Tıpkı kent ve çevre sorunları gibi turiz
Malum mahalli idareler seçimi yaklaşıyorken siyasi partilerimizin seçim beyannamelerinde zamanın kavramlarının öne çıktığını görüyoruz; depreme dayanıklı kentler, iklim dirençli kentler, çevre, dijital hizmetler, yeşil kentler, ulaşım ve altyapı, konut, yayalaşmış kentler, bisiklet yolları, karbon ayak izi, kültür ekonomisi ve yaratıcı endüstriler hatta turizm vb. Milletçe yaşadığımız büyük deprem acısının kronikleştiği bir dönemde bize özgü bir sorun olarak depreme dayanıklı kentler tasarlayıp kurma vaadinin kentleşme olgusuna yaklaşımımızda “kamu yararı” ve “katılımcı demokrasi” yerine “rant” ve “popülizm” kavramları hakim olduğu sürece gerçekleşemeyeceğini bilmek umutları kırıyor. Öte yandan başta saydığımız kavramların gerçekleşme ihtimali ise -Mülkiye’den ödünç aldığım- “Kentlileşememe” sorunumuz baki kaldıkça yok denecek kadar az...