Malum, Mahalli İdareler
Genel Seçimlerinin yapılmasına az bir süre kaldı. Diğer bir ifadeyle Yerel
Yönetimlerimizi; belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, il genel meclis
üyeleri, muhtarlar, ihtiyar heyetleri ve büyükşehir belediye başkanlarını
belirleyeceğiz.
Yerel yönetimlerin
önemini pratik bir şekilde vurgulamak mümkün; yerel mahiyetteki hizmetlerin bize
en yakın idarelerce görülmesi ihtiyacından kaynaklanır. Evrensel anlayış ve Anayasamızdaki kural da
bu çerçevededir. Peki, bu ihtiyaçlar nelerdir? Burada, demokrasi, yerellik
ilkesi, merkeziyetçilik, katılımcılık, şeffaflık, temsil, vesayet denetimi veya yerel yönetim
sistemleri v.b. kavramlara değinmeden doğrudan birbiriyle ilişkili iki konu,
daha doğrusu üç konu üzerinde kısaca duracağım: Kent, Çevre ve Turizm.
Seçim sürecinde jenerik
olarak duyduğumuz pek çok kavram arasında turizm de bulunmaktadır. Kent ve
çevre sorunsalı ise jeneriğin de ötesinde asıl konumuz olmalıdır.
Tıpkı kent ve çevre
sorunları gibi turizm de neoliberal politikaların ve küreselleşmenin gelişim
süreciyle paralel olarak hayatımızda yer almıştır. Büyüme ve sürdürülebilirlik
tartışmaları ve bu tartışmaların merkezinde yer alan kent ve çevre sorunları
ile aynı paralelde gelişmesini sürdüren bir turizm olgusundan bahsedilebilir.
Adeta simbiyotik bir ilişki bulunmaktadır aralarında…
Konuya global perspektiften baktığımızda, üretim ilişkileri ve buna bağlı olarak gelişen ölçekler neticesinde 1960’lı yıllarda artık büyümenin sınırlarının tartışılmaya başlandığını (bknz. Roma Kulübü), 1972 yılında da BM İnsan Çevresi Konferansı (bknz. Stockholm Konferansı) ile birlikte çevre sorunlarının uluslararası işbirliği konuları arasındaki ağırlığının arttığını görüyoruz. Bu dönem turizmde “taşıma kapasitesi” kavramı tartışılmaya başlanmış, kitlesel turizmin çevresel, sosyal ve ekonomik olumsuz dışsallıkları görünür hale gelerek “alternatif turizm” kapsamında doğal ve kültürel çevreye uyumlu bir anlayış geliştirilmeye çalışılmıştır. Turizm destinasyonlarının yaşam döngüsünün, eko turizmin gündeme geldiği 80’li yılların hemen ardından büyüyen çevre ve kent, yerleşme meselelerine yönelik global bakış açısını geliştirmekle ilgili olarak 1992’de BM Çevre ve Kalkınma Konferansı (bknz. Rio Konferansı) toplandı. Bu yıllarda eko turizm, soft turizm, yeşil turizm v.b. kavramlar turizm endüstrisinin gündemini belirliyordu. Etik turizm, sorumlu turizm, sürdürülebilir turizm, yavaş turizm gibi konular ise 2000’li yıllara doğru çevre ve kent sorunsalının paralelinde büyüyen turizm sorunsalının da tartışılan konuları olmuştur.
Bu arada
insanoğlunun faaliyetleri sonucunda karbon ayak izi büyürken, çevresel
sorunlarımız, iklim değişimi ve buna bağlı konular insanlık gündeminde daha büyük yer kaplamaya başlamıştı. Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi 2002’de
Johannesburg’ta gerçekleşirken aynı zamanda iklim değişikliği, turizmde büyümenin
sınırları, yeşil büyüme konuları gündemdeydi. BM Sürdürülebilir Kalkınma
Konferansı (Rio+20) 2012’de gerçekleştiğinde ise vizyondaki filmin adı; “2012”
idi, bir felaket senaryosuydu.
Artık Covid-19
Pandemisi ile birlikte tek bir turizm anlayışı geçerlidir:
Sürdürülebilir Turizm! Bu nedenle küreselleşme ve neo liberal politikaların
ortak sonuçlarını paylaşan kent ve turizm birbirlerinden ayrı düşünülemez. Yerel seçimlerde bu önemli konuların jenerikten öteye küresel süreç
de anlaşılarak kapsamlı bir şekilde ele alınması ve halka anlatılması gerekiyordu.
Sonuç olarak insan-yer
ilişkisinin bir uzantısı da turizm hareketleridir, dolayısıyla turizmi yerel
yönetimlerin iyi yönetilmesi sorunsalı içinde düşünmeliyiz. Yerel
yönetimlerin iyi yönetilmesi turizmin de iyi yönetilmesi anlamına gelir ve
buradan hareketle turizme dair konuştuğumuz destinasyon yönetimi, tanıtım, markalaşma
v.b. gibi konuların çözümleri için de büyük bir adım atılmış olur. Turizm
yönetiminin yerel yönetimlerin önemli bir unsuru olduğunu günümüz gerçeklerinde
kavramamız; yerel yönetimlere ilişkin tüm konuların turizmle etkileşim halinde
olduğunun bilincine varmamız gerekiyor.
Turizmde destinasyon
yönetimi çatısı altında tartıştığımız konulara tarihsel olarak “izole”
yaklaşımımızı terk edip Yer ve İnsan etkileşimini anlamaya çalışarak "yerellik" ilkesiyle sorunlara daha geniş
bir çerçeveden bakmak turizme ilişkin ihtiyaçların giderilmesinde doğru bir yönelim olacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder