Ana içeriğe atla

Yeni Nesil Turizm Yönetimi

Neoliberal politikaların etkisiyle dünyayı saran küreselleşme dalgasının yarattığı ivmenin en belirgin ürünlerinden biri turizm ya da ziyaret ekonomisi oldu. ‘Refah Devleti’ politikalarının krize girdiği 70’ler ve onu takip eden 80’ler sonrası değişen paradigma neticesinde sürekli büyüyen bir turizm endüstrisi ile karşılaşıyoruz. Turizm açısından bu hızlı popülerleşme beraberinde bir takım zorlukları da getirmedi değil. Kimi görüşlere göre turizm, hakim sistemin şımarık çocuğu ifadesiyle nitelendirilmiştir. Uygun bir tabir kullanmak gerekirse bu süreçte turizmin en belirgin “sınama” alanı ‘turizm yönetimi’ olmuştur. ‘Turizm nasıl yönetilmelidir?’ sorusu turizm yöneliminden pay almak isteyen her ülkenin, bölgenin, şehrin hatta köyün gündeminin ilk sıralarında yer almıştır ve almaya da devam etmektedir. Merkezi yönetim? Yerel Yönetim?: Hangi yaklaşım ön planda olmalıdır? Birlikte yönetim (yönetişim) nasıl tesis edilmelidir? Kamu yönetimi ve sivil toplum nasıl bir işbirliği oluşturmalıdır? Sektör bileşenleri bu yönetimde nasıl bir role sahiptir? Tüm bu sorular gündemi oluştururken öncelikle durumumuzu değerlendirmek ve bunu yaparken şeffaf, demokratik, işbirliği ve koordinasyona dayalı bir yaklaşım içinde olmanın altını çizmek gerekir. Öncelikle bir durum tespiti yapmak gerekirse yakın geçmişte yaşananların turizmi bir dönüm noktasına getirdiğini belirtmeliyiz. Küresel olarak sektör, Kovid-19 salgını sonrası “daha iyi yeniden inşa” vaadini zayıflatan yeni zorluklarla karşı karşıya bulunuyor; artan ziyaretçi sayıları ve aşırı kalabalık nedeniyle zorlanan birçok destinasyon, çevresel baskılar ve toplumların turizmin değerini yeniden sorgulamasını tecrübe etmeye başladı. Bu durum yeryüzünde istisnasız tüm destinasyonları çeşitli oranlarda da olsa etkiliyor. Bu zorluklarla başa çıkmak için ileri görüşlü destinasyonlar, turizm tanıtım faaliyetlerini, her destinasyonu benzersiz kılan doğal, kültürel ve sosyal değerleri koruma ve geliştirme çabalarıyla dengelemek amacıyla “destinasyon yönetimi” yaklaşımını benimsiyor. Artık mesele sadece ziyaretçi sayısını ve turizm gelirini en üst düzeye çıkarmak değil; turizmin toplumlara uzun vadeli değer sağlamasını güvence altına almak. Burada “destinasyon yönetimi” olarak bir kuruma değil, yaklaşıma atıf yapıyoruz. Bu yaklaşım elbette bir kurumsallığa dönüşecektir ancak bunu her toplumun kendi özellikleri ve organizasyon biçimine göre yapması en iyi sonuca ulaşmayı sağlar. Destinasyon organizasyonları, devlet kurumları, özel kuruluşlar veya kamu-özel sektör ortaklıkları olarak yapılandırılabilir ve çeşitli kaynaklardan finanse edilebilir. Geleneksel olarak, destinasyonlarını ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde tanıtma sorumluluğunu taşırlar. OECD’nin turizmle ilgili 2024 yılında yayınladığı raporda da vurgulandığı gibi, turizmin geleceği yerel eylemlere bağlıdır ve destinasyon organizasyonları bu değişimi yönlendirme konusunda avantajlı bir konuma sahiptir. Birçok destinasyon organizasyonu, dirençlilik, kapsayıcılık ve sürdürülebilirliğe odaklanan bir turizm sektörünü şekillendiren bir yönetim rolü üstlenerek Destinasyon Yönetim Organizasyonlarına (DMO) dönüşmektedir. Bu DMO’lar artık güçlü ortaklıklar kurmaya, yetkinlikler geliştirmeye, ziyaretçi deneyimlerini iyileştirmeye, yatırım çekmeye ve sürdürülebilir büyümeyle uyumlu keskin pazarlama stratejileri geliştirmeye odaklanmaktadır. Ancak bu dönüşüm net yetki tanımları veya ulusal, bölgesel ve yerel stratejilerle tam bir uyum olmadan gerçekleşmeyecektir. DMO’ların genişleyen görev tanımı, yalnızca yapılarında ve işleyişlerinde değil, aynı zamanda hükümetler ve sektör tarafından desteklenme biçimlerinde de bir zihniyet değişimi ve dönüşüm gerektirir. Bu organizasyonlar, paydaşları ortak bir vizyon etrafında birleştiren bir bağ işlevi görerek destinasyon ekosistemine nesnel bir bakış sunarlar. Gerçek anlamda değişimi yönlendirebilmeleri için yetki ve kaynaklarla güçlendirilmeleri gerekir. Turizm, bağımsız bir alan değildir; ziyaretçi hareketliliğinin etkileri geniş bir yelpazede ekonomik, çevresel ve sosyal sistemlerde hissedilir. DMO’lar, ziyaretçi stratejilerini daha geniş politika hedefleriyle uyumlu hale getirerek, zorlukları ele alıp fırsatları değerlendiren strateji liderleri olmalıdır. DMO’ların bu değişen ortamda liderlik edebilmesi, özellikle liderlik, savunuculuk, paydaş katılımı, sistemsel düşünme ve düzenleyici çerçeveleri anlama konularında yeni beceriler geliştirmelerine bağlıdır. Destinasyonlar, kamu ve özel sektörün, yerli halkların ve toplulukların ortaklaşa oluşturduğu, üzerinde uzlaşılan bir vizyon ve stratejiye sahip olduğunda gelişir. Turizmin, ziyaretçilerin toplum ve sistemler üzerindeki etkisini kabul eden daha geniş makroekonomik stratejilere entegre edilmesi gerekir. Bu da, sistem genelinde sorumlulukları harekete geçiren etkin politikalar veya yasal düzenlemelerle gerçekleşecektir. DMO'ların daha geniş bir yönetim rolü üstlenebilmeleri için net bir yetki tanımına ihtiyaçları vardır. Ayrıca, yeni bir geleceği destekleyen etkili bir yönetim sağlayabilmek için yeterli kapasiteye, kaynaklara ve doğru beceri bileşimine sahip olmaları gerekmektedir.Tek cümle ile özetlemek gerekirse; turizmin karşılaşacağı zorlukları etkili bir şekilde aşabilmesi için büyüme odaklı tanıtımdan yönetim anlayışına geçmesi gerekmektedir. Bu yönetim yaklaşımının, turizmin destinasyonlara kalıcı değer ve direnç kazandırmasını sağlamak için uzun vadeli bir taahhüt olarak sisteme entegre edilmesi şarttır. DMO’lar bu dönüşümde kilit bir rol oynamaktadır. Kritik değişim aktörleri olarak, destinasyonları yalnızca ekonomik açıdan değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve çevresel açıdan da gelişebilecek şekilde yönlendirebilir ve şekillendirebilirler. Artık geleceğe odaklanmak gerekiyor; 50 yıl önce oluşturulan yapılar ve vizyonla yeni ve hızla değişen dünyada turizmi yönetmek imkansıza yakın bir durumdur; ısrar edilirse de karşısında toplumsal muhalefeti bulacaktır. Gelinen noktada ortaya çıkan fırsatların –başta dijitalleşme gibi- değerlendirilerek yeni durumun turizm politikalarına uyarlaması, olumsuz dışsallıkların yönetilmesi gerekiyor. Özetle, tüm turizm paydaşları için işleyen uzun vadede dengeli, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyümeyi sağlayacak yeni nesil turizm politikalarına ihtiyacımız var. Bu açıklamalardan sonra başta yer alan sorulara dönersek; ülkemiz açısında turizm yönetimi ile ilgili kamu-özel sektör işbirliği modelini yeniden düşünmeli, yerel yönetimlerin ve yöresel değerlerin yetki ve etkisini sistemde değerlendirmeli ve en önemlisi turizme ilişkin algımızı çok paydaşlı ve çok disiplinli bir perspektiften yenilemeliyiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti...

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimiz...

COĞRAFİ İŞARETLER VE YÖRE (Farklı bir hikaye)

  (Fransa Bisiklet Turundan-2024) ...Ülkemizde coğrafi işaret sistemini incelemek ve eksikleri ortaya koymak çok önemlidir çünkü tadın yansıması olan yöre kavramını içselleştirmemize coğrafi işaretler aracı olacaktır. Cİ sistemini bir sacayağı olarak simgeleştirdiğimizde tescil, yönetişim ve denetim unsurlarının gereğinin eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesi gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz...  Yöre kavramı Bu yazıda Türkiye’de son yıllarda oldukça popüler hale gelen coğrafi işaretler ve buna bağlı olarak yöre kavramının ne ifade ettiği kültürel bağlamında değerlendirilerek temsil ve iletişim aracı olarak yer, insan ve ürün ilişkisi ortaya konulmaya çalışılmıştır. Yöre tanımı TDK’da şöyledir: Bir bölgenin belli bir yer ve çevresini kapsayan sınırlı bölümü; havali, mahal, civar. Bir değerlendirmeye göre yöre, kendine mahsus alametleri bulunan bir bölgeciktir. Böyle bir coğrafi yöre, geçmişte olmuş ve bugün olmakta bulunan olaylar ve objelerin bileşmesidir...