Günümüzde hâkim sistem politikalarının gözde kavramlarından olan ‘yönetişim’, ‘çok ortaklı bir yönetim’ anlamına gelir. Özellikle 80 sonrası düzende Devleti kamusal alanda sınırlamak, sivil topluma yer açmak için türetilmiş bir sözcük olarak "olumlu" bir çağrışımla da yüklenmiştir. İlk düşüncede çok ortaklı yönetimin demokrasi ve kamu yararına uygun olması beklentisi oluşmakla birlikte özellikle 2000 sonrası tecrübelerimizden küreselleşme ile birlikte ‘yönetişim’ kavramının sivil toplumu değil, aslında büyük sermayeyi koruduğu ve çoğalttığı (özellikle "bağımlı/edilgen" kapitalist ülkelerde toplum aleyhine bu etki daha derin yaşanmıştır) buna karşı toplum adına denetimi de azalttığı görülmüştür. Toplum adına ‘kamu yararına’ yapılması gereken ‘denetim’ aşındırılarak doğanın ve toplumun hakkından bir gasp yaşanmıştır.
Turizm pratiği de hayatın pek çok alanı ile ilişkili ve bu alanların etkileşimi neticesinde beliren bir sendrom olarak kabul edildiğinde küreselleşmenin bir unsuru/sonucu olarak ‘yönetişim’ kavramını çokça kullanmaktadır. Özellikle turizm yönetimine ilişkin yazında yönetişim başat konulardan olmuştur. Ancak burada belirtilmesi gereken bir nokta var ki; turizmin farklı disiplinlerce, özellikle de, kent, çevre ve yerel yönetimler perspektifinden değerlendirilmeye olan gereksinim ve ‘kamu yararı/toplum yararı’ kavramıyla olması gereken simbiyotik ilişkisidir.
Bu nedenle ülkemizde turizme ilişkin oluşturduğumuz ya da oluşturacağımız kurumların bünyesinde ‘yönetişim’ kavramını düşünürken toplum adına denetim ve otoriteyi sarsmadan ve ‘kamu yararını’ yok saymadan politikalar üretmeli, kurumları buna göre tasarlamalı ve uygulamaya geçmeliyiz…Kısacası ‘yönetişim’ kavramını özel sektör adına toplum yararı üzerinde baskı kuracak denetimsiz bir serbest alan olarak anlamamalıyız. Tam tersine iki alanın da kolektif "iyilik" için çalışması hayatın gereğidir. Yaşadıklarımızdan ders çıkarmak, turizm'de çok ortaklı kurumsallığı oluştururken toplum yararı önceliğinde doğru tasarımlar yapmamıza yardımcı olacaktır.
Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimiz...
Yorumlar
Yorum Gönder