Ana içeriğe atla

Ah, bir tanıtabilsek!


 

Anadolu ve Trakya kıtasal ölçekte çeşitlilik gösteren bir coğrafyadır. Bu nedenle her yöresi önemli derecede “Ziyaretçi Ekonomisi” potansiyeli taşır ve  “Markalaşma” ihtiyacı içindedir. Bu ihtiyacı gidermenin yolu iyi yönetmekten geçer.  Bu anlamda markalaşma olgusu, insanı ve ziyaretçisi için yaşanası bir yer ve yatırımcısı için de cazip olanaklar yaratır.

Bu durumu turizmle ilişkilendirdiğimizde ülkemizde yaygın bir anlayışı paylaşarak açıklayabiliriz: “Burayı bir tanıtabilsek!” ifadesi yerel idarecilerimizin hatta insanımızın bilinçaltına yerleşmiş bir kalıptır. Bunu başarınca her yerin turistle dolacağını varsayarız.

Ben bu anlayışın, en azından bilinç düzeyinde, ülkemizde turizmin gelişimini engelleyen faktörlerden biri olduğunu düşünüyorum. O yeri iyi tanımlamadan ve yönetemeden, alt ve üst yapı sorunlarını çözmeden sadece doğadan kaynaklanan, hazır bulduğumuz değerleri ifade ederek sorumluluklardan kaçmanın ve kısa vadede bir şeyler elde etme arzusunun yansımasıdır bu aslında… Turizmde markalaşma yolunu görmezden gelen eksik bir anlayış…

Ülkelerin, şehirlerin ve hatta köylerin destinasyon yönetimiyle ilgili olarak “iyi yönetişim” ve “markalaşma” olgularını öne çıkardığı ve bunlarla ilgili argümanlar geliştirdiği bir dönemde bizim de bunu algılamamız gerekir çünkü turizm sadece turizm değildir…

 

İrfan ÖNAL, 14 Haziran 2020


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimiz...

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti...

Turizm soylulaştırması ve “Kimin şehri?" Sorusu.

Soylulaştırma, varlıklı kesimlerin göçü ve yatırımına bağlı olarak bir yerin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak dönüşmesidir. Sadece sonuçla ilgilenenler için olumlu bir şeydir çünkü çöküntü bölgelerinin yeniden imarı ve işlevlendirilmesi olarak görülür. Halbuki bu süreçte yerel halk yüksek kira ve yaşam maliyetiyle yerinden edilir; mahallenin karakteri değişir, sosyal yapılar çözülür. Kentte yaşayanların yerinden edilmesi, toplumsal ve kültürel erozyonu da beraberinde getirir. Fransız filozof Henri Lefebvre, Le Droit à la Ville (1968) eserinde “şehir hakkı”nı, piyasa güçlerine değil; kamusal, demokratik ve kolektif kullanım esasına göre şekillendirme hakkı olarak tanımlar . Özünde: şehir hakkı, kentin yalnızca metalaşmış ticarî alan değil, insanlar tarafından yaşanabilen, dönüştürülebilir bir mekân olması gerektiğini savunur; kullanım değeri, değişim değerinden önemlidir. Kentliye sadece yaşayan değil, kentine müdahale edebilen, onu yeniden üretebilen aktif bir özne olarak bakar. (...