Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kent kültürdür: İnsanın, yaptığı, ettiği ve yaşadığı yer

Kültür, insanın yaptıkları ve ettikleridir. Bu tanım, kent olgusunu anlamanın da güçlü bir çıkış noktasıdır. Çünkü kent, yalnızca binaların, yolların ve altyapının toplamı değil, insanın mekânla kurduğu tarihsel, toplumsal ve kültürel ilişkinin somutlaşmış halidir. Başka bir ifadeyle, kent insanın yaptığı, ettiği ve birlikte yaşadığı bir kültürel alan olarak varlık bulur. Kentleri insanlar inşa eder; ancak zamanla kentler de insanları biçimlendirir. Gündelik alışkanlıklarımız, sosyal ilişkilerimiz, hatta hayallerimiz bile yaşadığımız kentin ritmiyle şekillenir. Dar sokaklı, mahalle ilişkilerine dayalı bir kentte komşuluk ve aidiyet duygusu güçlenirken, gökdelenlerle çevrili, araç trafiğine teslim olmuş bir kentte hız, anonimlik ve bireyselleşme ön plana çıkar. Bu nedenle kent, sadece fiziksel bir yerleşim alanı değil, aynı zamanda toplumsal bir organizasyon ve kültürel bir üretim alanıdır. İnsanlık tarihi boyunca kentler önce barınma ve korunma gibi temel ihtiyaçlar doğrultusunda or...

Yoksullaştıran Büyüme ve Türkiye Turizmi: Bir Paradoksun Anatomisi (Kısaca)

Türkiye ekonomisinin lokomotif sektörlerinden biri olan turizm, son yıllarda ciddi bir büyüme performansı sergiledi. 2023 yılında Türkiye’ye gelen turist sayısı 50 milyonun üzerine çıktı, döviz gelirleri rekor seviyelere ulaştı. Ülke, 2025’te en fazla turist alan 4. Ülke konumuna erişti (UN Tourism). Ancak bu büyüme, toplumsal refahı artırmakta neden sınırlı kaldı? Neden turizm bölgelerinde yoksulluk, gelir eşitsizliği, turizm soylulaştırması ve çevresel tahribat devam ediyor? Bu soruların cevabı, iktisat literatüründeki çarpıcı bir kavramda gizli: yoksullaştıran büyüme. Yoksullaştıran Büyüme Nedir? İktisatçı Jagdish Bhagwati tarafından kuramlaştırılan yoksullaştıran büyüme (immiserizing growth) kavramı, bir ekonominin büyürken aynı zamanda toplumun genel refahını azaltmasını ifade eder. Yani, makro ölçekte artan üretim ve gelir, mikro düzeyde yoksulluğu azaltmak yerine derinleştirebilir. Bu paradoks, özellikle dışa bağımlı, düşük katma değerli sektörlerde ve çevresel, sosyal sürd...

Eski Dünyanın Turizmi: Türkiye’nin yapısal sınırları ve Turizm’in kapanı

Türkiye ekonomisinin son on yıllarda içinde bulunduğu “orta gelir tuzağı”, aslında bir sonuçtur; ülkenin yapısal dönüşüm kabiliyetinin sınırlarını ve sermaye birikim modellerinin süreklilik krizini işaret eder. Bu sınırlar yalnızca sanayi, finans veya iş gücü piyasalarıyla sınırlı değildir. Turizm sektörü, ülkenin büyüme stratejilerinde zaman zaman “can simidi” olarak görüldüğü halde, kendi içinde ciddi bir yapısal tıkanma barındırır. Bu yazı, Türkiye’nin 1970’lerden bu yana izlediği politik ekonomi çizgisinin turizmi nasıl şekillendirdiğini analiz ederken, günümüz yeni kapitalizm çağında neden bu sektörün “eski dünyanın turizmi” olarak kaldığını tartışmayı amaçlamaktadır. Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları, esasen ithal ikameci modelin sınırlarına ulaşmasıyla 1970’lerde netleşmeye başlamıştır. Devletçi sanayileşme stratejileri, içeride talep yaratma ve dışa bağımlılığı azaltma amacıyla başlamış olsa da, teknoloji üretimi ve verimlilik artışları gibi uzun vadeli dönüşümler ger...

Turizm soylulaştırması ve “Kimin şehri?" Sorusu.

Soylulaştırma, varlıklı kesimlerin göçü ve yatırımına bağlı olarak bir yerin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak dönüşmesidir. Sadece sonuçla ilgilenenler için olumlu bir şeydir çünkü çöküntü bölgelerinin yeniden imarı ve işlevlendirilmesi olarak görülür. Halbuki bu süreçte yerel halk yüksek kira ve yaşam maliyetiyle yerinden edilir; mahallenin karakteri değişir, sosyal yapılar çözülür. Kentte yaşayanların yerinden edilmesi, toplumsal ve kültürel erozyonu da beraberinde getirir. Fransız filozof Henri Lefebvre, Le Droit à la Ville (1968) eserinde “şehir hakkı”nı, piyasa güçlerine değil; kamusal, demokratik ve kolektif kullanım esasına göre şekillendirme hakkı olarak tanımlar . Özünde: şehir hakkı, kentin yalnızca metalaşmış ticarî alan değil, insanlar tarafından yaşanabilen, dönüştürülebilir bir mekân olması gerektiğini savunur; kullanım değeri, değişim değerinden önemlidir. Kentliye sadece yaşayan değil, kentine müdahale edebilen, onu yeniden üretebilen aktif bir özne olarak bakar. (...