Ana içeriğe atla

Pazarlama ile Markalaşma Arasındaki STRATEJİK Fark

 


Pazarlama ile markalaşma (markalaşmayı itibar yönetimi ve yönetişim kavramlarına yakınlaştırıyorum) arasında stratejik bir fark var. Birbirinin yerine kolaylıkla kullanılan, çoğu zaman karıştırılan ancak aralarında önemli farklar bulunan iki kavram; markalaşma mı? pazarlama mı? Siz hangisini tercih edersiniz? Aralarındaki fark nedir? Destinasyon örgütlerinin odağı hangisine yoğunlaşmalıdır? Bu kavramlar ülkemizde nasıl algılanmaktadır? Bütün bu sorular çok önemli ve açıklama ihtiyacı bulunmaktadır. Ancak bir önemli konu var ki, başta onu belirtmekte fayda var: Markalaşma stratejiyi öncelerken ve ona odaklanırken, pazarlamanın önceliği taktikler olmaktadır. Bir nevi kısa dönem, uzun dönem ikilemi. Burada biri iyidir, diğeri kötüdür demek istemem ancak stratejik yaklaşımdan yana olduğumu da belirtmeliyim. Yine de ihtiyaçlara göre nasıl kullanılmaları gerektiği üzerine düşünmeli ve çalışmalıyız.

“Kim olduğunu ve nereye gittiğini bilirsen, hedefine ulaşırsın.” Önceden de üzerinde sık sık durduğum gibi logo ve slogan takıntısını es geçeceğim çünkü önceliği yok. Eğer biri işe böyle başlıyorsa siz de dikkatinizi bir tık düşürebilirsiniz.

Markalaşmayı, kısaca kimlik ve duygularla ilişkilendirebiliriz. Bir anlamda itibarınızı yönetmek ve hakkınızdaki algıyı gerçeklikle örtüştürmek belki de dünyanın en zor işi olabilir. Hele kendi tanımınızı doğru yapamamışsanız çıkmaz bir yola düştüğünüzü kabul etmelisiniz. Ya da şöyle söyleyelim; kimin algısı gerçekliğiyle örtüşüyor ki? Ancak yine de hak etmediğiniz algıları bertaraf etmeniz gerekiyor. Bu nedenle itibarınızı iyi yönetmeli ve duygulara hitap etmelisiniz.

Pek çok bilimsel araştırmanın sonucu duygularla uzun dönemli hafıza arasında sıkı bir ilişki olduğunu kanıtlamaktadır. Yoğun yaşanan duygular insanın hafızasında yer edinmek için çok önemlidir. Bu nedenle hafızalarda yer edinmek için duyguları harekete geçirmek yararlı olacaktır. Destinasyonlar veya markalar hafızalarda yer edinmek için uğraş vermeliler. Ayrıca reklamlarla elde edilen görünüm size anlık fırsatlar sunar ancak duygulara etki edecek stratejilerinizi uygulamak sizi kalıcı kılacaktır.

Öte yandan pazarlama ise talep yaratmaya (ürün veya destinasyona) odaklanır ve tanıtım yapar. Peki, duyguları etkileyemediğimiz yerde, algınızın gerçekliğinizle arasının açıldığı bir atmosferde talep yaratma konusunda ne kadar başarılı olabilirsiniz? Ben destinasyon örgütlerinin stratejiye yani destinasyon markalaşmasına ve iyi yönetilmelerine öncelik vermesini tercih ediyorum ve pratikte de bu yönde çalıştım. Duyguları etkilemeye çalışmalı, bunun için de iyi yönetişim ve doğru itibar yönetiminden yana olunmalı. Böylece algınızla gerçekliğiniz arasında aleyhinize bir farkın oluşmasının önüne geçmeye çalışırsınız. Bunu yapabilmek için ise toplu bir bakış açısı, iyi bir strateji, güçlü bir yönetişim ve iş birliği şarttır.

Böyle olunca talep yaratmaya ayırdığınız bütçeleri boşa harcamaz, ihtiyacı doğru tespit eder ve varmak istediğiniz hedefe kolayca ulaşırsınız; stratejik yaklaşım ve süreklilik başat konularımız olmalı, destinasyonlarımız da meseleye böyle yaklaşmalı…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asıl Şimdi Güvenli Turizm Koridorları!..

  Malum, Koronavirüs yaklaşık bir yıldır hayatımızda. Geçtiğimiz yıl burada salgının turizme etkileri ile ilgili birçok yazıda yorumlar yapmış, hatta projeler sunmuştum. Turizm sektörü ile ilgili herkesin de benzer çabaları oldu. Bahsettiğim projelerden biri de geçtiğimiz Nisan ayında düşündüğüm ve Ağustos’ta bu platformda yazdığım “Güvenli Turizm Koridorları” ile ilgili (Pier to Pier Project for Safe Tourism) idi. O zamanlar birçok ülke benzer projeler geliştirdi ve uyguladı. Kimi nispeten başarılı oldu, kimi de başlamadan bitti. Ancak böyle projeler geliştirirken ülkelerin özgün durumlarını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim de kendi kurallarına göre işleyen bir turizm endüstrimiz var. Birkaç destinasyona yoğunlaşmış dar alanda yüksek turist rakamlarına dayalı bir sektörel yapıya sahibiz. Salgın şartlarında turizm faaliyetlerini sürdürürken bu yapının bazı avantajlarını da yaşadık. Örneğin geçtiğimiz yaz 4 destinasyonumuzun turist trafiğine açılabilmesi otellerimiz...

Müzik Turizmi

Günümüzde gittikçe bireyselleşen kültür ve turizm faaliyetlerinin artık iç içe geçtiğini çok net görebiliyoruz. Kültür her alanıyla çok büyük bir içerik üreticisi konumundadır. Turizm sektörü ise bu içeriği –yaşam deneyimi- değerlendirmek ve insanlara sunmak için çalışma alanını sürekli genişletme ihtiyacı içinde olup insan hayatı ve istekleri de bu iş birliğini zorunlu kılmaktadır. İşte bu alanlardan bir tanesi de müzik’tir. Müzik ve turizm artık çok sık birlikte anılmakta ve bu iki alanın insan hayatına sunduğu yaşam kalitesi, birlikte üretimleri ve fırsatları da değerlendirmek gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Müzik yeni gastronomi’dir. UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü), Sound Diplomacy ve ProColombia işbirliğinde 2018 yılında hazırlanan ve WTM London 2018’de de sunuşu yapılan raporun çarpıcı bölümlerini aktarmak faydalı olacaktır, nitekim ülkemiz için de hem turizm sektörünü hem müzik sektörünü yakından ilgilendiren bu konu ile ilgili bir strateji gelişti...

Turizm soylulaştırması ve “Kimin şehri?" Sorusu.

Soylulaştırma, varlıklı kesimlerin göçü ve yatırımına bağlı olarak bir yerin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak dönüşmesidir. Sadece sonuçla ilgilenenler için olumlu bir şeydir çünkü çöküntü bölgelerinin yeniden imarı ve işlevlendirilmesi olarak görülür. Halbuki bu süreçte yerel halk yüksek kira ve yaşam maliyetiyle yerinden edilir; mahallenin karakteri değişir, sosyal yapılar çözülür. Kentte yaşayanların yerinden edilmesi, toplumsal ve kültürel erozyonu da beraberinde getirir. Fransız filozof Henri Lefebvre, Le Droit à la Ville (1968) eserinde “şehir hakkı”nı, piyasa güçlerine değil; kamusal, demokratik ve kolektif kullanım esasına göre şekillendirme hakkı olarak tanımlar . Özünde: şehir hakkı, kentin yalnızca metalaşmış ticarî alan değil, insanlar tarafından yaşanabilen, dönüştürülebilir bir mekân olması gerektiğini savunur; kullanım değeri, değişim değerinden önemlidir. Kentliye sadece yaşayan değil, kentine müdahale edebilen, onu yeniden üretebilen aktif bir özne olarak bakar. (...