Kalkınma için
“rekabetçilik” paradigmasına dayalı olarak ülkemizde pek çok yörenin, ilin,
destinasyonun tanıtım, markalaşma alanlarında yoğunlaşarak özgün kimliklerini ifade
etmeye çalıştıklarını, böylece cazibe ve rekabetçiliklerinin iletişimini
yaptıklarını görüyoruz.
Bölgesel farklılıkların,
kimliklerin, maddi-manevi değerlerin önemi anlaşıldıkça bunların en önemli
taşıyıcıları olan coğrafi işaretlerin de popüler olmasını anlayabiliriz.
Coğrafi işaretler; kalitesi, ünü veya diğer karakteristik özellikleri belirli
bir coğrafi kökenden kaynaklanan bir ürünü tanımlayan bir fikri mülkiyet hakkı
olarak kabul edilmektedir. Cİ tescili alan ürünlerin, ait olduğu yöreyle özdeşleşmiş
ve benzerlerinden ayrılan tipik özellikleri bulunmaktadır. Nitekim yöre, sadece
iklim, toprak ve tarımsal faktörlerden etkilenen bir alan değil, aynı zamanda
bir beşerî bilgi, beceri, yetenek, ustalık ve gelenek alanıdır. Ürüne tüm özellik,
kalite ve tipikliğini veren de yöredeki bu doğal ve beşerî faktörlerin tümüdür.
İşte bu durumu çoklu bir
ortamda, işbirliği ve farklı alanlar arasında bağlantılar kurarak
multi-disipliner bir anlayışla değerlendirmek gerekmektedir.
Bu nedenle
yöresel/bölgesel kalkınma anlayışı da çok katmanlı, çok aktörlü ve çok yönlü
bir nitelik kazanmıştır ve yönetişim çok önemlidir. OECD’nin 2006 yılında
açıkladığı yeni paradigmasına göre bölgesel kalkınma anlayışında dikkatleri
sektörlerden yörelere, teşviklerden yatırımlara çekerek yerel kimlik ve
özellikleri vurgulanmaktadır. Bu durum geçerliliğini korumaktadır, hatta
Covid-19 etkisiyle daha da güçlenmiş ve önemi anlaşılmıştır. Kısacası,
yaşadığımız hayat bize yörelerin “farklılıklarının” önemini hatırlatmaktadır.
Coğrafi işaretler konusunu bir de bu yönüyle düşünmekte fayda var. Meseleyi
sadece bir fikri mülkiyet tescili olarak görüp bunun yönetim, markalaşma ve
kalkınma süreçlerini göz ardı edersek önemli bir değerimizin içini boşaltma
tehlikesiyle karşı karşıya kalmamız içten bile değildir!
Yorumlar
Yorum Gönder